ORHAN GENCEBAY/ Hep Bu Topraklarin TÜrkÜsÜnÜ SÖyledİm...

Kapanmış konulardan yararlanabilmeniz için arşiv bölümüne taşınmaktadır.
Post Reply
gorevtamam

ORHAN GENCEBAY/ Hep Bu Topraklarin TÜrkÜsÜnÜ SÖyledİm...

Post by gorevtamam » 17 Oct 2006, 21:56

26 Aralık’taki Güney Asya depreminden sonra Gerçek Hayat’ın arka kapağında sizin bestelediğiniz bir Bekir Sıtkı Erdoğan şiiri yayımladık: Zelzele [deyip Gerçek Hayat’ın 219. sayısını uzatıyorum, bakıyor].

Askerken yapmıştım bu besteyi. Bekir Bey [Sıtkı Erdoğan] emekli deniz subayıdır. Askerde beraberdik. Bu şiiri çok beğenmiştim ve bestelemiştim.

- Türkiye bir deprem ülkesi ama depremle ilgili şiirler, şarkılar, romanlar, filmler pek az. Bu şarkınız bir istisna...

Deprem çok mühim bir konu. Sadece İstanbul’un, Türkiye’nin değil, dünyanın meselesi. Ben astrofizikle ilgileniyorum. Yeryüzü şekillerine, jeofiziğe de merakım var. Bir bilim dalıyla alakadar olunca bir başkasıyla da temas kurmak neredeyse kaçınılmaz hale geliyor... Güney Asya’da yaşanan acı tüm dünyayı sardı. Bütün vicdan sahipleri koşuyor. Bu, işin bir yönü... Bir de orada bin kilometrelik bir fay kırıldı. Bu kırılma dünyanın dönüş hızını, magmayı ve jeolojik plakaları etkiledi. Yerkabuğundaki hareketler magma soğuyuncaya kadar devam edecektir. Magma soğursa hayat biter. Yani esasen bu hareket, bu zelzele bir bakıma dünyada hayat olduğunun bir belirtisi. Mesela ayda deprem olmaz.

- Fakat?

Depremden kaçmak için aya gidemeyiz. İnsan ömrü kısa, ölüm başımızda. Mühim olan, hayata yayılan acıların üstesinden gelmeye çalışmaktır. Birbirimizin imdadına koşmak, teselli vermektir.

- Türkiye yardım konusunda biraz duyarsız kaldı. Güney Asya’daki afetzedelere bir teselli veremedik?

Evet ama yardımlar artmaya başladı; birçok kişi, kurum harekete geçmiş

durumda. İnşallah daha fazla gecikmeden o yardımlar yerine ulaştırılır.

- “Yokluk ateşten gömlek”, “Bir yanda hayat kavgası var / Bir yanda aşkın ıstırabı”, “Baban maaşıma harçlık diyormuş...” gibi şarkı sözleriyle siz 1960’lardan bu yana bu halkın yoksulluğunu dile getirdiniz. Yoksullar da hep sizi dinledi, size hayır dua etti. Öte yandan, aydınların gündemine yoksulluk çok geç, 1990’dan sonra girdi. Buna ne diyorsunuz?

Şarkılarımda hepimizin az ya da çok yaşadığı meseleleri seslendirmeye çalıştım. Bu ülkeye özgü bir ifade tarzıyla tabii. Eşitsizliğe, adaletsizliğe itiraz edip, paylaşmanın, kardeşliğin, muhabbetin önemini dile getirmeye gayret ettim. Bunu da çoğunlukla sevgiliye hitap ederek yaptım. Bir nevi, “sevgilim sana söylüyorum, halkım sen anla” gibi yani. Hepimizi Allah yaratmıştır, hepimiz kuluz. Kimsenin kimseyi hor görmeye hakkı yok. Ahlaklı, çalışkan, bu memlekete, insanlığa hizmet eden herkesi de takdir etmek, onlara destek olmak durumundayız.

- Yani?

Yani ben hep bu toprakların türküsünü söyledim. Yoksulluktan da bahsettim elbette ama ben ekonomist değilim. Haksızlıkları ekonomi terimleriyle tahlil edemem, ama dertli, ağlayan birini gördüğümde durumu anlarım.

- Son albümünüz Yürekten Olsun’daki ‘Bozamazsın Beni Dünya’ adlı şarkıda “Düzenine isyanım var / Değişmem dünya / Sen değiş dünya” diyorsunuz. Amerika’nın işgallerle dünyayı şekillendirmesine, küreselleşmeye, “bu yeni düzene uyum sağlamak için değişmeliyiz” diyenlere bir cevap mı bu şarkı?

Evet. Dahası da var; bu dünya bir misafirhanedir, herkes misafir gibi biraz temkinli, titiz olmalı ve misafir gibi saygı, ikram görmeli. Şu anda tüm dünyada liberal ekonominin kuralları işliyor. Çin bile dünyayla ilişkilerini buna göre düzenliyor. Dünyada dünyevilik ayyuka çıkmış halde. İnsanlık, komple bir tüketim toplumu olmaya yönelmiş görünüyor. Globalizm çerçevesinde siyasi iradenin şirketlere aktarılması, devredilmesi söz konusu. Şirket-devletler oluşuyor; şirketler devletleşmeye başlıyor. Ben bu tekelci anlayışları tasvip etmiyorum.

- Sizin öneriniz ne?

Esasen, insanın her şeyden önce bizzat kendisini düzeltmesini önemsiyorum. Siyasi sistemlerin hangisi idealdir, en iyidir bilemiyorum. 1968 ya da 1969’da, siyasi görüşümü sormuşlardı. Ben de “Vallahi, mutlakiyet, kralcılık çok kötü bir şey ama kral iyiyse o kralcılık bile iyi olabilir” demiştim [Gülüyor]. Hâlâ aynı noktadayım. Demokrasi harika bir yönetim, kabul. Fakat bugün Ortadoğu’ya silahlarla getirilen azaba da demokrasi diyorlar. Demek ki iş insanda bitiyor. Hatasız kul olmaz, o da bir gerçek.

- “Sen değiş dünya” sözünüze dönersek...

Yaradan, dünyayı harika bir biçimde, insanı da en şerefli varlık olarak yaratmış. Fakat insan, şerefine sahip çıkacağına dünyayı tahrip ediyor. Ben de iyi insana, insanın iyiliğine hasret olan biri olarak “Ben değişmeyeceğim, sen değiş dünya” diyorum.

- Başka?

Değişmekten bahsedenler, aslında tek tipleşmeyi öneriyorlar. Ben insanın özelliklerinin çok ve kapasitesinin büyük olduğunu söylemek istiyorum. İnsan sever, çalışır, düşünür, paylaşır. Bu kadarına bile engel olmak isteyenlere sazımızla, sözümüzle “dur” diyoruz.

- İktidardaki AK Parti’li yetkililer, birkaç yıldır “Değiştik, değişimden yanayız, değişmeliyiz, değişiyoruz, daha da değişeceğiz” diyorlar. “Değişmem, sen değiş dünya” derken siz farklı bir siyasi mesaj veriyor gibisiniz?

Mesajımın siyasi yönü de var tabii. Değişmemek, eski kafalılık değildir. Ben ahlakımı, muhabbetimi değiştirmem; dostlarımı eskidiler diye terketmem; benim gücüm varsa, güzellikleri, iyilikleri yaşatma gücüdür o. Her yeniliğe heves etmek yakışıksız bir tutumdur. Canlılığını koruyan bir kültürün eskilere yaslanması değerini gösterir. Küçük şeyler değiştirilebilir, kısa ömürlü, yıpranmış şeyler. Fakat kültür, tarih, ahlak bir anda değişmez; insan komple değişmez. Ben mesuliyet duygusunu önemsiyorum. Yaptıklarımın sorumluluğunu taşımaktan asla kaçınmam. Değişmek, biraz, mesuliyetten kaçma eğiliminin ürünü.

- Fakat siz aynı zamanda “Sen de haklısın” da diyorsunuz?

“Sen De Haklısın”ı yazarken de benzer bir duygu taşıyordum. Orada ‘tezat’ yani zıtlık sanatı vardır ve asıl anlamı “haksızsın kardeşim”dir. Ama insanız işte, insan her şeyi yapabiliyor. Siyasal saldırganlık, düşmanlık, sığlık; her şeyi mahvediyor.

- Ünlü şarkıcı Bob Dylan Kağızmanlıymış. Bazı yazarlara göre Dylan’la aranızda benzerlikler var. Kağızmanlı bir aileden olmasına ne diyorsunuz?

Bob Dylan’la ilgili haberi okudum. Doğrusu, Bob Dylan’ın buralardan olmasını bizim için bir ayrıcalık saymıyorum, ama memnuniyet duydum. Tüm dünyada sevilen, imrenilen, bizim de sevdiğimiz bir sanatçının ülkemizle bağının olması, bu akrabalık güzel. Ayrıca şu var: Bizim atalarımız bin yıllar boyunca dünyaya dağılmışlar. Kızılderililerle akrabalığımız olduğuna dair tezler var. Açe’lilerle de Kanuni döneminden bu yana 500 senelik bir kardeşliğimiz, ahbaplığımız olduğu, Güney Asya depremiyle yeniden gündeme geldi. Avrupa’da, Afrika’da Japonya’da, her yerde Türkler var. Cezayir’deki Türk denizcileri, Cebel-i Tarık Boğazı’ndan geçen Avrupa donanmalarından ‘haraç’ alırlarmış. Türk denizcilik tarihiyle ilgili metinleri okuyunca insan “Vay canına amma kudretliymişiz bir zamanlar” diyor. Bizim dedeler, aslanlar gibi her tarafa koşmuşlar. Bob Dylan da besbelli bizim birkaç göbek öteden amca oğlu, hala oğlu oluyor. Doğaldır.

- Türk aydını halktan kopuk.

Doğru.

- Oysa halk sizi çok sevdi, bağrına bastı. Halkımızdan 30 sene sonra, 1990’ların ortalarında Türk aydını da sizi önemsediğini, dinlediğini itiraf etmeye başladı. Niye böyle oldu?

Aydın diye tanınan kimselerin çoğunun bizim kültürümüze yabancı olmasıyla ilgili bir mesele bu. Aydınlarımızın büyük bir kısmının zihinsel ve duygusal sorunları var. Bizde entelektüel olmayanlara da aydın denilebiliyor maalesef. Bu da karışıklık doğuruyor. Objektif aydına nadir rastlanıyor. Çünkü kendi kültüründen uzak olmak, objektifliği baltalıyor. Batıda ne modaysa onun peşine takılıyor kimileri. Aydınlara saygı duyuyorum. Fakat kendi konumu ve misyonu dışındaki konumları ve misyonları değerlendirmekte güçlük çekenler çıkabiliyor.

- Aydınımızın tek sorunu yüzünü Batı’ya dönmesi mi?

Şu da var: Bir zamanların aydınları devlet adamlarıydı. İttihat Ve Terakki aydınları mesela... Devletin bütünlüğüne dahil olan aydınlar vardı. Zaman içinde aydınlar bağımsızlaşmaya başladılar. Hâlâ aydınımız müstakil bir şekil alabilmiş sayılmaz. Aralarında çok bilgili olanlar var, ama halkıyla barışık olanların sayısı az. Halk, aydınları hep bekledi, bugün de bekliyor.

- Ve?

Kendimizi tanımazsak, halkımızı, değerlerimizi tanımazsak ne dünyayı tanıyabiliriz, ne de dünya bizi tanır. Batı değerleriyle birbirimizi yargılayamayız. Bazıları bunu yaptı. Beni yerenler de Batılı bir bakış açısına sahip idiler. Birçok tanınmış aydın yıllar sonra benden özür diledi.

- Kimler?

İsim vermek istemiyorum. En az 15-20 kişi bizzat bana “Bir zamanlar hakkında yanlış düşünmüşüz, fakat o zamanlar da seni dinliyorduk” dedi.

- Televizyon tek kanallı iken, yıllarca ekrana çıkmadınız. Bu hep Türkiye’nin gündemindeydi...

TRT’nin müzik konusundaki yayın ilkeleri bana göre yanlıştı. Onlar beni anlamıyordu, ben de ekrana çıkmadan yoluma devam ettim. Kaldı ki ben bir zamanlar TRT sanatçısıydım. 10 ay kadar TRT’de bulundum ve ayrıldım. Daha doğrusu beni kaçırtmak da istediler. Kafalarımız uyuşmuyordu.

- Mesele tam olarak neydi?

Ben, Türk müziğinin geliştirilebileceğini düşünüyordum. Zaten çok zengin bir içeriği var müziğimizin; bu imkanları açmak gerek diyordum. Şu anda da aynı şeyi düşünüyorum, benim müzikte varmak istediğim hedefler çok ileride. İnşallah ömrümüz yeter.

- Bir ‘bağlama senfonisi’ besteleyeceğinizi duymuştuk?

Yapılabilecek çok şey var. TRT’de de bunu söylüyordum. Onlar, mevcut olanı korumayı yeterli sayıyorlardı. Halbuki ben müzik mirasımızı sahiplenmeyi, baş tacı etmeyi önemsiyordum zaten. Benim kurduğum müzikal yapı, TRT’nin müzikle ilgili kurallarının dışındaydı ama müzik kurallarının içindeydi. Ben 6 yaşımdan beri müzisyenim, Türk müziğini de çok iyi biliyordum, eksiğimiz her zaman var, ama ne yaptığımın farkındaydım... Böylece, TRT’yle 25 sene zorumuz oldu.

- Fakat çok nadiren de olsa ekranda göründünüz, değil mi?

Evet. TRT beni kabul etmiyordu ama yine de birkaç senede bir, en iyi zamanlarda beni ekrana davet etti. Çünkü halkımız büyük ilgi göstermişti. TRT beni halka hediye sunar gibi sunuyordu. Hiç çıkmıyordum, ama çıkınca da en iyi zamanda çıkıyordum. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusuydu. Sonuçta işte TRT o dar çerçeveyi terketti. Halkın kulağına, gönlüne, gözyaşına, gülüşüne sansür uygulanamaz. Sanatı memuriyete hapsetmek olmaz.

- George W. Bush hakkında ne düşünüyorsunuz?

Amerika’nın Irak’ta ne işi var? Buraya geldiler, planlarını uyguluyorlar. Bunlar bizim için büyük üzüntü kaynağı. Körfez Savaşı’nda da benzerini yaşadık. O zaman Baba Bush gelmişti, şimdi oğlu geldi. Süper güçler, süper hatalar yapıyor ve bu da büyük yıkım, acı getiriyor. Kitle imha silahları olduğuna dair iddiaları yersiz çıktı. O iddialar bahaneydi zaten.

- “Bush’la el sıkışmam” mı diyorsunuz?

Biriyle el sıkışmak her şeyi kabul etmek anl***** gelmez. O bir yana, Bush’un politikalarını onaylamak kesinlikle mümkün değil.

- İki yıl kadar önce Roll dergisinde çıkan bir söyleşide “Çağdaşlaşma projemizi Osmanlı’yı reddetmeden sürdürebilmeliydik” demiştiniz.

Bu gayet açık bir husus. Biz Mevlana’ya, Karacaoğlan’a, Yunus’a, Evliya Çelebi’ye, Fatih’e, Nasreddin Hoca’ya... kendi kültürümüzün bütün büyüklerine sahip çıkmadan yönümüzü bulamayız. Onlardan feyiz almalıyız. Osmanlı’yı nasıl reddedebiliriz? Ben dedelerimi inkar edersem, torunlarımın yüzüne nasıl bakarım? Dahası, biz Cumhuriyet kurulduktan sonra Osmanlı’nın dış borçlarını dahi üstlenmişizdir. Kültür mirasını, irfanını niye bir kenara atalım? Ama 1936’da Batı müziği devlet konservatuarı kuruldu, kendi müziğimize ait bir devlet konservatuarı kurulmadı. Neden? Bu ayıpta aydınlarımızın da payı büyük. Bahçedeki yabancı otları ayıklamak gerekir ama bahçedeki ekini yakmak olacak iş mi?

- Sizce davalarımızın Avrupa’ya götürülüp orada görülmesi doğru mu?

Ben davamı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde değil burada sonuçlandırabilmeliyim. Avrupa’nın yargısına, nasihatine ihtiyacımız yok bizim. Biz güçlüyüz, bu halk çok değerli insanlardan oluşuyor. Bunu anlamamak büyük eksikliktir.

- Başörtüsü meselesi diye bir şey var. Okullara alınmıyor başörtülü öğrenciler. Kamusal alan diye muğlak bir olgu tartışılıyor. İnsanlar başörtülü oldukları için mesleklerinden uzak düşüyorlar...

Türkiye özgür bir ülke. Bu vahim noktaya nasıl geldik anlamıyorum. Evvelce böyle bir mesele katiyen yoktu. Kimse kimsenin örtüsüne asla karışmaz, saygı gösterirdi. Bu meseleyi bir aşsak, ben de rahatlayacağım kendi payıma. Bunun aşılması hem lüzumlu hem de kolay aslında.

- Halk sanatçısısınız, halk sizi omuzlamıştı, 1999’da birdenbire ‘devlet sanatçısı’ oldunuz. Milletle devlet arasında mesafe olduğu söylenir hep. Siz bu mesafeyi aşmış mı oldunuz?

Ben halkın çok büyük desteğini aldım. Halkımızla müzik üzerinden bir duygu hareketi başlattık. Bir tereddüt yoktu. Fakat devletle yani TRT’yle halk arasında bir kararsızlık oldu. Sonra devran döndü; fakat TRT hâlâ vazifesini gerektiği gibi yapıyor mu, hayır; belki zamanla yapacak. Devlet sanatçılığına hep karşıydım, şimdi de karşıyım. Devlet, sanatçıları böyle bir ayrıma tabi tutmamalı. Biri devlet sanatçısı, öbürü sokak sanatçısı mı? Genel anlamda hepimiz devlet sanatçısıyız.

- Yine de devlet sanatçılığı unvanını reddetmediniz?

Bir sanatçıya bazı ödüller, unvanlar verilebilir. Mesela, tasavvufla, tarihle ilgili unvanlar. Onun emeği tebrik edilir. Ama ‘devlet sanatçısı’ denildiğinde, işin anlamı değişiyor. Ben bu ödülü başta kabul etmedim; hatta Ali Kırca’nın progr***** telefonla katıldığımda da bunu söyledim. Fakat madem devlet bu unvanı vermek istiyor, o zaman, devlete olan saygımızı muhafaza edip, benimsemesek de almalıyız, düşüncesiyle kabul ettim. Yine de bana göre böyle bir unvan kesinlikle verilmemeli, bu ayrımcılıktır.

- Türkiye’yi bölmek isteyen birtakım güçler var. Avrupa’da bildiri yayınlayarak, Kürtlere bağımsızlık istediklerini söyleyenler var. Ayrıca coğrafi olarak değilse bile etnik kökene ve inançlara bağlı olarak insanımızı birbirinden ayrı yerlere koyup, ayrı hedeflere sevketme gayretleri göze çarpıyor. Birçok ‘aydın’ da medyada bu ‘bölücü’ eğilimleri bir şekilde destekliyor. Kıbrıs konusu da 17 Aralık’tan sonra Türkiye aleyhine karara bağlanmış görünüyor... Bu manzara size ne düşündürüyor?

Türkiye kolay kolay bölünmez, Kıbrıs da gitmez. Politikacı değilim, ama halkımızın böyle bir ayrılığa, kopuşa, bölünmeye razı olmadığını iyi biliyorum. Bölünmeyi isteyen yok. Türkiye’de milleti birbirinden ayıranlar başkalarının ağzıyla konuşuyor. Onlara itimat edilmemeli, itibar edilmemeli. Ülkemizin yeri de toprağı da çok değerli. Çok sayıda komşumuz var. Ayrıca Türkiye Avrupa’yla, ABD’yle yanyana gelmeye çalışsa da, şimdilerde Rusya ile de yakınlaşıyor. Suriye’yle aramız çok iyi, İran’la da öyle. Ortadoğu’yla bağlarımız güçleniyor. Öbür tarafta da Çin var. Türkiye’nin dış politikasında ciddi alternatifler göz önüne alınıyor. Biz bu ülkenin içinde ya da dışında kimsenin zarar görmesini istemiyoruz. Bu net. Dışarıdan bize zarar gelmesini de istemiyoruz.

- Kürtler?

Kürtler bizim özbeöz kardeşlerimiz. Kimileri, bazı dış güçlerden etkilenerek bu kardeşliği bozmaya yöneliyor. Belki zamanla bu hatadan döneceklerdir. Çünkü biz bu ülkeyi Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak... hep beraber kurduk. Hepimiz şehit, gazi torunuyuz. Burada vatandaşlık esası var, ayrımcılık yok. Tek azınlık gayrimüslimler oluyor. Yakın geçmişte bazı münferit mi desem, yanlış uygulamalarla, görevlerini kötüye kullanıp vatandaşlarımızı üzenlerin de cezalarını görmeleri gerekir. Köyler bir gaye ile boşaltılmışsa, vatandaşlarımız canından malından olmuşsa, bu davaların da çözüme kavuşturulması icap eder.

- Çözülmesi gereken mesele bu hatalardan mı ibaret?

Güneydoğu çok ihmal edilmiş. Oraya yeterince hizmet gitmemiş. Orada yaşayan vatandaşımızın da tabii ki tepesi atar. Söylenmeye başlar.

- Fakat bizde ‘şark hizmeti’ diye bir uygulama da vardı? Yani devlet oraya hizmet için bir mekanizma da kurmadı değil?

Doğru, fakat yeterli oldu mu? Şark hizmeti oradaki meseleleri halletmeye kafi gelmedi. Doğu’ya gittim ben. Film de çektik oralarda. Halkımızın boynu bükük. Ama şimdi GAP başta olmak üzere büyük yatırımlar yapılıyor. Bu yatırımların, durumun düzelmesinde önemli rolü olacağı kanaatindeyim.

- Kıbrıs gitti gidiyor?

Kıbrıs’ın bir yere gideceğini sanmıyorum. Üzerinde anlaşılan anayasa hangisidir? 1960 anayasası mı? Onu belki kabul edebiliriz, ama elde ettiğimiz hakları kaybetmemek şartıyla. Orada Kıbrıs’ın tamamen devredilmesi söz konusu değil, dönüşümlü yönetim, iki toplumluluk esası var. Bunu Makaryos bozmuştu.

- Kıbrıs, Avrupa Birliği’ne girdi; Türk ordusunun orada işgalci olduğu söylendi; bizim de AB’ye girme hevesimiz Kıbrıs’la ilgili hassasiyetimizi bastırıyor sanki?

Biz yanlışlar yaptık, o yüzden bu durumdayız. Mesele ciddiye alınmadı, boşverildi. Yine de kimse Kıbrıs’ı vermeyi düşünmemiştir bence. 1974’te yapılan Kıbrıs Harekatı oradaki Türklerin can güvenliğini sağlamak içindi. Kıbrıs’ın yüzde 29,5’i alınmıştı. Sonra da yüzde 36’sı alındı. Belki bu fark bir pazarlık payı olarak görülebilir ama Kıbrıs’ın yüzde 29,5’i bizimdir, bu değişmez.

- Medyada bazı yazarlar “Kıbrıs zaten bize yük, verelim gitsin” diyor?

Ben iyi bir vatansever olmaya çalışıyorum. Dünyada sınırlar olmasa, herkes alnı dili konuşsa, her yerde barış ve bolluk olsa... bunun hayalini kurmak çok güzel ama işte bu bir ütopya. İnsanlığa faydamızın dokunabilmesi için kendi yurdumuzu, halkımızı yürekten sevmemiz lazım.

- “Önce halkımızı sevelim” diyorsunuz, öyle mi?

Dünya kültürlerinin büyük adamlarını tanımak, okumak elbette lüzumlu ve faydalı. Konfüçyüs’ü, Nietzsche’yi, Mozart’ı, Tolstoy’u, ... bilmek gerek. Ama kendi büyüklerimizi tanımak, özümsemek bizim asıl vazifemiz. Ben bizim kültürümüzün muazzam bir hazine olduğuna inanıyorum. İnsanlığa malolmuş bütün filozoflar ve sanatçılar, öncelikle kendi toplumları için çalışmışlardır. Onları tüm dünyaya sunanlar da yine içinden çıktıkları toplumlardır. Biz de kendi yol gösterenlerimizi önce kendimiz izlemeliyiz, sonra da dünyaya takdim etmeliyiz.

Bir de Ermeni meselesi ve Yahudi düşmanlığı var gündemde...

1071’de bu topraklara gelen Türkler’e, Bizans’ın zulmünden yılmış Ermeniler büyük destek vermişler. O zamandan 100-150 sene öncesine kadar biz, Ermenilerle kardeş gibi yaşadık. Yahudiler 1492’de İspanya’dan sürüldüklerinde biz onlara kucak açtık. Hitler onları katletti, biz buyur ettik. Neden? Çünkü bizim inancımız, kültürümüz bizi yüceltti. Bu yüceliğin kaynağından vazgeçmemeliyiz.

- Yürekten Olsun albümünüz için çekilen fotoğraflardaki kostümleriniz Atatürk’ün, Baba [Godfather] filmindeki Don Corleone’nin [Marlon Brando] kıyafetlerine benzetildi. İmaj meselesini önemsiyor musunuz?

İmaj geçici, muhabbet baki. Benim saç baş dağınık fotoğraflarım da var, çamurlar içinde sürüklendiğim, ‘Yarabbim’ diye el açtığım... Leyla İle Mecnun’da Arap prensi kostümüyle çektirdiğim fotoğraflar da. Son albümdeki kıyafetler basın danışmanım Nermin Çeri’nin fikriydi. 1920’ler, 30’ların kıyafetleri bunlar. Dedim “Atatürk’ü imaja alet ettiğimizi sanırlar, aman başımıza iş almayalım.” Atatürk’ü burada gündeme getirmeden giyelim dedik. Giysiler de güzel. Eh, moda zaten tekerrürden ibaret. Giydik.

- Sonra?

Orada giydiğimiz kasket, Atatürk’ün “İstikbal göklerdedir” sözüyle beraber hazırlanan afişlerdeki ile aynıydı. Ama aynı zamanda eski İtalyan gangsterlerin de taktığı bir kasket bu. Dolayısıyla biraz konuşuldu, bize takıldılar.

- Epey konuşuldu.

Kılık kıyafetten bahsetmeyi öteden beri seviyor medya. Kim şık, kim rüküş?.. 1979’da TRT’de yılbaşı programında bana solo vermişlerdi. İşte o nadir günlerden biriydi. Ben de smokin giydim. Tenkit ettiler. Niye smokin giydin diye. Ben de “Halkımızın karşısına çıkarken, en saygın davetlerde giyilen kıyafeti seçtim. Halkımıza saygımdan” dedim. Yoksa sürekli smokinle gezmiyorum. [Gülüşler.]

- İsrail’in Filistin’de 50 yıldır yürüttüğü katliamlara ne diyorsunuz?

İsrail bencil. Museviler tarih boyunca devletsiz kaldılar. Hor görüldüler. Ama şimdi Filistin’de insanların gözünü oyuyorlar. Yakın zamana kadar orası Osmanlı toprağıydı ve barış içindeydi. Museviler orayı parayla satın aldılar. Ve işin dozunu kaçırdılar, çığırından çıktı, çok kötü bir hal aldı. Katliam boyutuna ulaştı. Türkiye bu meselenin çözümünde büyük rol oynayabilir. Çünkü Türkiye bölgedeki en güvenilir ve en güçlü ülke. Türkiye, İran ve Rusya’nın evet demediği bir iş Ortadoğu’da tamamlanamaz. Bu üç ülke onaylamazsa, Büyük Ortadoğu Projesi de “büyük” olamaz.

- Öyleyse İsrail’e ciddi bir şekilde “dur” demeliyiz?

Bunun da zor olduğu belli. Ben politik çözümler önerecek konumda değilim ama bir vatandaş olarak siyasetçilerimizin bu zorluğu aşabileceklerine inanıyorum. Çünkü her şeyin bir son kertesi var ve bu çizgi aşıldı. Bir çözüm bulunmalı artık.

- Dünyada film müzikleri besteleyen ünlü müzisyenler var. Mesela, Baba’nın da [Godfather] müziklerini yapan Nino Rota, İyi Kötü Çirkin’deki unutulmaz müziğini besteleyen Ennio Morricone gibi. Siz, Türk sinemasının en büyük yönetmenlerinin klasikleşmiş filmleri için besteler yapmıştınız...

Metin Erksan’ın Altın Koza Festivali’nde birincilik ödülü alan Kuyu filminin müziğini ben yapmıştım evet. O zaman 20 yaşındaydım. Lütfi Ö. Akad’ın da Hudutların Kanunu, Kızılırmak Karakoyun, Gelin, Düğün, Gökçeçiçek gibi filmlerinde müzik direktörlüğü yaptım. Özellikle, Lütfi Ağabey’le [Akad], Metin Erksan’la, Atıf Yılmaz’la çalıştım. Ayrıca, Osman Seden’le, Şerif Gören’le, Orhan Asoy’la film çektim. Çok değerli yönetmenlerle teşrik-i mesaimiz oldu. İyi Kötü Çirkin’in Ennino Morricone’nin yaptığı müzikleri bazı Türk filmlerinde de bol bol kullanılmıştı [Gülüyor].

- Doğrusu siz Türk filmlerinin Nino Rota’sı, Ennio Morricone’si idiniz. Fakat bunun üzerinde pek durulmadı... mı?

1964’ten 1970’e kadar yaptığım işlerdi bunlar ve evet pek üzerinde durulmadı. Harika filmlerdi onlar. Müziğimle o filmlerde yer almak benim için bir bahtiyarlıktır. Lütfi Ağabey bir keresinde bana “Sazınla güneşi anlat” demişti. Ben de güneşli bir manzara karşısında bir beste yapmıştım... Lütfi Ağabey Işıkla Karanlık Arasında adlı kitabında bahsedip iltifat etmiş sağolsun. Onlar çok güzel günlerdi. Sizin de film müziklerine dikkat etmiş olmanızdan memnun oldum. Eksik olmayın.

- Gazeteler doğru mu söylüyor, Benim Arabeskim adlı bir kitap yazıyor musunuz?

Evet, malzemeleri toparladım fakat henüz çalışmaya başlayamadık.

- “Göz gözü görmüyor bir ihtilal mi var” demiştiniz bir şarkınızda...

O şarkıyı 1970’lerde yapmıştım. 12 Mart 1971 muhtırası verilmişti. İhtilal kelimesi herkesin dilindeydi. Siyasi ve sosyal hayatı harman yerine çeviren bir fırtınayı ifade ediyordu. Bu atmosfer, insanların iç dünyalarını, duygularını da bir şekilde etkiliyordu. Ben de şarkımda insanın gönlünde de ihtilal olabileceğini dile getirmiştim.

- Türkiye’de bir daha askeri darbe olabileceğine ihtimal veriyor musunuz?

Hayır.

- Ordu hakkındaki görüşünüz nedir? Mesela son günlerde bazı yüksek rütbeli subayların yolsuzlukla ilgili olarak mahkemeye çıkarılmasına ne diyorsunuz?

Ordumuz bizim en güçlü örgütlerimizden biri. Fakat her yerde yanlışlar olabilir. Bunları yapanların da ayıklanacağını düşünüyorum. Ordunun ille de savaş için varolmadığı malum; ordu uluslararası bir denge unsuru, bir caydırıcı güç. Ordumuzu idare edenlerin, geçmişten gelen tecrübeyi ve birikimi iyi kullanabilen kişiler olduğuna inanıyorum. Tarihimizde ordumuzun rolü büyük. Hepimiz bir yönümüzle askeriz. Daha da önemlisi, bizim askerimizin ahlakı ve tutarlılığıdır. Şu günlerdeki davalar da bu tutarlılığa sahip çıkma çabası bence. Ordudaki üç-beş yanlışa bakıp da bütününü karalamanın anlamı yok.

- Teknoloji aldı başını gidiyor. İnternet, uydular, robotlar... Makinalar kontrolü ele mi geçiriyor?

[Gülümsüyor.] Teknolojinin de fazlası zarar. Önemli olan insanın sevinçle, huzur içinde, müreffeh yaşaması. En gelişkin teknolojik üretim silah alanında yapılıyor. Ayrılıklar, kavuşmalar, sohbetler mücadeleler yüzyüze gerçekleşmiyor. Araya hep bilgisayarlar, jetler, cep telefonları giriyor. İnsan silikleşiyor.

- Şarkılarınız çok mu acıklı?

Aslında hiç değil. Batsın Bu Dünya, Ben Doğarken Ölmüşüm, Yaşamak Bu Değil gibi ağıt özelliği taşıyan bazı şarkılar dışında, hem sözlerle hem de müzikle acıyı hafifleten, yumuşatan ifadelere varmaya çalıştım. 1970 ile 1980 arası çok zor yıllardı. Fakat o çekilmiş acılar bizi güçlendirdi. Nietzsche’nin dediği gibi “Seni öldürmeyen çile seni kuvvetlendirir.” Ben de acıyı, meşakkati bilmeyen insanın mutluluğu algılayamayacağını, değerini bilemeyeceğini söylüyorum. İlle acı mı çekeceğiz? Fakat acı uzaydan gelmiyor, dünyanın mayasında var. Hasret, fakirlik, ayrılık, yorgunluk, hastalık, matem... hayatın içinde. Mevlana “Doğmayı gördün, batmayı da gör” diyor. Doğmak iyi de ölüm kötü mü? Bunu doğru bir biçimde kabul etmek, şükretmek gerek.

- Şükretmeye vurgu yapıyorsunuz. Neden?

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde müzik alanında bana yapılan saldırılar ve haksızlıklar kimseye yapılmamıştır. Ama ben yılmadım. Sonunda haklı olduğum ortaya çıktı. Bir zamanlar aleyhimde yazılar, kitaplar yazıldı. Yine, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde eserleri en çok ve sürekli ilgi gören kişiyim. Bu da bana gurur veriyor. 37 yılda 60 milyon tirajım var, korsanı da katarsak 150-200 milyon arasında. Bu, dünya çapında bir satış düzeyidir. Bir yanda böyle büyük bir ilgi, öbür yanda büyük saldırılar. Bu ikiliği, zıtlığı benim kadar yoğun yaşayan kimse olmamıştır Cumhuriyet tarihinde.

- Yine de?

Yine de... kısmet olursa bir mahyaya “şükürler olsun” yazacağım. [Gülümsüyor.]

- Sohbetiniz, sabrınız, nezaketiniz ve çaylar için çok teşekkürler Orhan Ağabey. Kurban Bayramınız da mübarek olsun.

Berhudar olun.

User avatar
yasakresim
Kıdemli Üye
Posts: 889
Joined: 17 Jan 2005, 17:25
Location: İzmir-Tekirdağ
Contact:

Post by yasakresim » 18 Oct 2006, 00:43

::::::
Image
"Türk ulusunun, yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, pozitif bilimdir."
Atatürk, 1933

User avatar
sabır taşı
Kıdemli Üye
Posts: 1179
Joined: 26 Jan 2005, 18:32
Contact:

Post by sabır taşı » 23 Oct 2006, 19:47



soner bana gerek bırakmamışsın... :D kaynak belirtme noktasinda.

Post Reply