HER YANIM HASRET...

Moderator: Yöneticiler

Post Reply
baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

HER YANIM HASRET...

Post by baytunca » 09 Apr 2007, 11:42

HER YANIM HASRET...
(tüm aşk mahkumlarına, tüm sevenlere ithaf olunur)

Vardır ya haberi ustam; taş duvarların,
sabır ile, yarsızlıkla, hasretle,
kendin ile muhabbetin eylerken,
sen ki ustam,
hasosunu hem yazarsın şiirin,
nakış olur her hecesi dilinde,
davam der de okursun,
sanmasınlar konuşamaz taş duvar,
ses vermez tavan,
demir kapı sürgülüde kaç zaman,
sanmasınlar içimdeki sevdayı,
dışarıda dost duymaz...

çoktan silinmiştir gardiyanların,
parmak izleri kapı sürgülerinde,
anahtar sa müdüriyette,
bir panoda poz verir,
poz vermek ne, ışıldarken sırıtır...

işte emektar kapının boyası tanık,
kabarmış yüreğim gibi,
kıymık kıymık dökülür de,
tutunduğu yerinden,
elin değse sökülürde,
ama yüreğim ondan metanetlidir,
dökülmez kolayca hasretliklerden,
sökülmez davasına çakıldığı yerinden,

oysa demir kapının her yanı,
bir işkence görmeden,
yüreği yok,
hasretliğe yanmadan,
kara sevda çekmeden,
paslanmış ta,
pası bir toz zeminde ki betonda,
billur tuzdan da ince,
devriyelerin ayak seslerinden,
nöbetçilerin hasret türkülerinin,
yankılarından,
ağır ağır dökülür,
belki gün olur ki,
bu kapı,
hatta bütün mapusane kapıları,
yığılırlar yerlere...

ahh, hele şu kör pencere, ahh,
kimbilir hangi ustanın eseridir,
niye yaptığını bilipte,
yutkunarak övündüğü,
şu kör pencere, kör olsa bile,
şanslıdır ustam,
gözlerinle gün geçirir,
aydınlanır senin ile, ferahlar,
bilir bütün içindeki davanı...

ya senin haberin var mı ey aydınlık,
tavandaki tozlu ampül,
içimdeki aydınlığa tanıktır,
ben yazarken,
defterime, kalemime, duygularıma,
içimdeki nice nice hasretlerime,
ışık tutmuştur,
bilir neler çektiğimi,
hayıflanır, utanır gah ı ah eder,
derki, patlasam da kurtulsam...

ve tavanda örümcekler,
ağlarını yaparlar,
uzun ince bacaklarıyla,
durmaksızın, çok üretmek için,
tıpkı gündelikçi emekçilerimiz gibi,
fabrikalardaki her vardiyada,
kan ter içinde çalışan emekçilerimiz gibi...

örümcekler ağlarını dokurlar,
hep ilahi bir iç güdüyle,
hep ölçülü, milimetrik, nizami,
onlar dokurlarda,
hem vızıldar karşısında sivrisinek,
idam fermanı okur gibi,
hem de yoksulun kanı ile beslenir,
ahh sivrisinek,
bir geçersen örümceğin ince güçlü eline,
vay haline...

dışarda gürül gürül bir dünya,
bir an sevdalından yana, bir an vatandan,
bölünür de düşüncelerin,
kararın fikrin bölünmez,
davandan yana...

bu ses aynı memurun sesi,
yani aynı gardiyanın,
yemek yemek diyerekten bağırır,
şimdi maden yataklarında,
kömür karasına bulanmı yüzleriyle,
ince hastalık tutmuş ciğerleriyle,
metrelerce yer altından,
yer yüzüne çıkacaklardır,
temiz hava ile bir zaman uyuşamayıp,
ciğerleri yırtılırca öksüreceklerdir,
yemeklerini yiyip,
yine yer altına döneceklerir,
onlara nasıl yer yüzü yasak gibiyse,
çevher çıkarırken yer yüzüne,
üç beş kuruş maaşa,
burada da gardiyanım aynı işi yapıyor,
buarada içimdeki cevheri bekliyor da,
haberi yok garibin...

offf offfffff, işte şimdi zamanıdır,
bir çuval bulgurun,
nerelerden nerelere gelipte,
buralarda nasıl pilav olduğunu,
düşünmenin anlamanın...

hadi baş koy yastığına,
davana koyduğun gibi,
bir çentik daha yedi az önce,
duvar muradına erdi,
kıdem bastı hücreni...

yastıkta ki pamuk değil midir ki,
en hası en bol'u memleketimin bir parçası,
çukurova'dan yetişsede,
her yanında yetişende,
aynı renktedir,
ak pamuk işte,
fikrimiz gibi,
ama bu yastıktaki pamuktan,
sevda düşü kadar güzel bir yaylanın,
ortasında kavalıyla sürüsüne hakim,
bir çobanın sırtında,
keçe de olmaz, bu pamuktan kepenek te,
hele döşeğimdeki,
sigara yanıkları,
yanık yüzlü kömürcü,
tamirci çıraklarının güzel yüzlerine bulaşmış,
kirden, yağdan lekeler gibidir de,
bilirim ki onların yürekleri,
ak pamuktan da beyazdır...

bu yanıklar seni düşünmemin,
dalgınlığımın izleridir,
vurgun yemiştir içimde ümit,
belki o sıra sen olmuşumdur,
düşünürken ben,
ellerini tutupta, sigaramı düşürmüşümdür...

niye mi battaniyem pare pare dir,
sevdanın çuvaldızıyla niye mi diktim,
niye mi dikişleri iri iridir,
seni düşünmüşümdür dikerken,
içimdeki azametin,
içime sığmazlığın,
dışıma vuruşun gibi olsun diye,
iri iri sapa sağlam,
sevdam gibi metanetli dikmişimdir,
senin yüreğimdeki sökülmezliğine,
benzetmişimdir,
neyleyim dostlar, hasret te muhannet değil,
ne çare mahpusluk işte...

şimdi yüreğimi sökseler,
bir bütün sen görürler karşılarında,
söküldüğün yerde kan akmaz,
bir avuç inci fışkırır canım,
ve şimdi tempo tutar oldu ranzam,
sevda türkümüze,
yüreğim söyler de gözlerim dinler,
sana yine bu son şiir,
memleketim gibi sevdiğim güzel,
bu ranzanın gıcırtısı ki,
kızdırmaz beni,
hep bildiğim ses,
bir sevda orkestrası,
şef'i gözlerine son şiirim dir,
zamanı rutin,
notalar ömrümden,
değerler tamam,
sözler güzelliğinin kaleminden çıkmadır,
ama bu ranza,
sanki benden de mi sevdalıdır ey yurdum,
aldırmaz ağırlığımıza,
biz iki kişi yatarız üstünde,
içimdeki sevgilim ve bir de ben,
bu tek kişilik ranzada...

özgürlüğü ranzam da mı hayrandır,
kim değil ki söylese ne ?
özgürlük evrensel diye,
içimizde sevdanın evrensel oluşu gibi...

ve işte prangamın zinciri,
yorgun düşmüş,
ybir bekçi köpeğini andırır,
beton zemine serilmiş yatar,
kimse bilmez beton bilir derdini,
der ki ah ustam, zincirim der ki,
her halkam bir bilezik olsaydı keşke,
yirmiiki karat altından,
takılsaydım yarin ince bileklerine,
şıkırdatsa, kıymet verseydi bana,
ısınsydım teninde de,
yatmasaydım şu buz gibi betonda...

şimdi reimlerin benden mahzundur,
zulada ki resimlerin,
yastığım altından dürtler böğrümü,
boğuluyorum sensizlikten der,
mintan içindeydim de,
hiç değil se terin sinmişti üstüme,
çıkar beni yastığının altından,
bir bak yüzüme,
bir pozum gözlerine binbir poz olsun,
hüzünlü, sevinçli,
kah ağlar, kah gülümser,
bir mekanım var o da gönlün,
aşkınım ama, karasevdanım,
içindeki ben her yerinde binbir mekan...

bakma sevdiceğim,
burada her yan loş karanlıktır,
içimde dir gürül gürül bahar yüzün,
ve ellerin,
ben memleket sevdalısıyım sevdiğim,
özlemlerim bana sarılır da yatarlar,
ben mahpusluğa, sensizliğe sarılır da yatarım,
sindirerek seni ve mahpusluğumu içime,
mahpusluğuda seni bu hücrede,
benimle başbaşa koyuyor diye,
senin kadar severim...

bari sen de,
son mektubuma koyduğum,
kara sevdama sarılda yat,
düşünü görelim mutlulukların,
varsın olsun,
sana bir gönül bahçesi düşsün düşlerde,
bana sen gibi bir hercai menekşe,
sana irem bağı düşsün,
banaysa yeşil ve acı bir soğan,
o da bizim bahçeden,
yıkanmış olsun güzel ellerinle,
şimdi bir cıgaranın vaktidir,
yanan değil yatağım,
bütün ciğerlerim olsa,
hasretini anca bir tütün bastırır...

karanfil mi ezmişsin yoksa yarim,
tütüne mi karıştırdın,
böyle güzel kokar bu duman,
taze bahar misali,
hadi iyi geceler evrenim,
yarın bir başka gündür,
cıgaramı hep söndürürümde,
senin aşkını tutuştururum sabaha kadar,
seni özgürlüğü sevdiğim kadar seviyorum yar...

12.06.2006 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

Post Reply