KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Moderator: Yöneticiler

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:35

ANACAN TEZ GEL...

Ölümün yüzüne mahzun bakarken
Anacığım bana dedi ki, tez gel
Sensiz zamana tam kurşun sıkarken
Yalnızlığın oyununu dedi ki boz gel...

Ana kuzum, bak kıblemde yerin var
N'olur kışa kalma, dedi ki güz gel
Hep onsuz olacaksan bundan ne çıkar
İşte seni bekliyorum dedi ki söz gel...

Günülde gül açması bilmem mi çok hoş
Solmuşsa gül, gideceğin dedi ki yaz gel
Lakin hasretliklede olmadan sarhoş
Çekilmez nazlardan dedi ki vaz gel...

Sevmeni suç saymışsa, gel silerim ben
Artık o son ümidine de; dedi ki kız gel
İşte seni gerçekten tek sevenim ben
Sakın hiç dolanma, dedi ki düz gel...

Can parçam hasret yaşarken ölmektir
Korkma ayrıl o yaşamdan, dedi ki küs gel
Bilmez misin sonumuz hak'ka dönmektir
Bıraktım ben sana bak dedi ki iz gel...

16.02.2009 Kartal
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:36

DAMLADAN DERYAYA...

Yol çok uzun
Ömür çok kısa
Koptuğu yeri bilir
Kopmayı
Doladım elime
Seni zalim kader
Doladım dilime
Türkü türkü
Seni ayrılık
Sustu ses teli
Söze felç düştü
Söyleyemedim
Ayrılığın nakaratı
Ağır bastı
Belim kırık, incecik
Yokluğun bir devin kolu
Ne yana dönmek istesem
Heykeli olduğumu
Anlarım bir adım daha
Durgun suda bir kibrit çöpü
Benden daha sefalıdır
Belki öte yanına varır havuzun
Bir nefes rüzgar ile
İnayetiyle havanın
Kıyısına nail olur
Uzaktan düşlediği
Olmak istediği o yerin
Sıcaklığına yüz sürer
Bir daha yanar
Güneşine varınca
Aşk güneşten bir damla busedir
Yanağına düşerken
Bir vurgun yemiş kibrit çöpüne
Can verir kerem yüreğinden
Aslıyla asıl yandığı zamandır
Ölümün yanlış bir kapıyı
Çalması mucizesinde
Afedersin can
Yaşamana bak
Ölüm olmasaydım
Bende seninle
Katıla katıla sevdalanırdım
Severek yaşamanın aslına...

Öptüğüm alnından kalmadır
Dudaklarımın ılıklığı
Ağır ağır soğur bilirsin
Ateşe tutulmuş her nesne
Sevmenin körüğü ile
Nefes nefes ciğerin
Patlamayı bekleyen
Bir yanardağdır
Zamandan senin çıkıp
Gönül siperine girmeyi bekler
Dağ yanar mı deme
Lav ile bir derin aşkı oldukça
Hangi dağ yanmaz
İşte sana bir yanardağ örneği
Yüreğim, alsana avuçlarına
Karakıştan, tam zemherisinden kalma
Soğumamış bıldırdan bu zamana
Avuçlarına hasretinide sığdır
İşte yüreğim, al haydi
Ellerin yangın görsün
Yüreğin sızlamayı tatsın
Sevmeyi anımsatsın sana
Gamzelerine düşen
Göz yaşlarına
Kılcal damarlarına dek
Güzel yüzünün
Kan olup dolsun sevgim
Ben olayım
Yüreğinin içindeki
En canlı kan damlası
Mağması sevdam olsun
Yanardağ yüreğinden
Fışkırsın bir koca sevda
Sahrada leyla ile mecnunu
Ayıranları yaksın...

Çizdim akan buluta yüzünü
Çizdim akan suya
Safkan bir damlanın koşuşundan
Hesapsız uzaklıklara varır
Bilirim yürekte dolanan kan
İllede mecburiyetiyle
Dünyanın güneş etrafında
Semah edişi gibi
Dört mevsimin bütün ışığı
Bütün somutluğu
Bu semahtan doğar
Bir bakışla sen döndürürsün
Dünyamı benim
Yüzünü çevirme
Sayılamaz sevdalıların dünyasını
Yıkarsın...

Yağmura çizdim seni
Yaz yağmurunun
Kusursuz iplikler gibi
Sayısız süzülen damlalarına
Bir damlasını bir damlasına
Çarpıştırmadan çizdim
Gök yüzü yağmurdan sonra
Yedi renkten
Ebemkuşağı sardı beline
Bulutların akında
O günkü gidiğin manton
Siyahlarında
Gözlerinin rengi kalmış
Bir cehennem yağışıyla gel
Yine olduğum yerdeyim gel
Öyle ıslat ki beni
Islanmaktan eriyeyim
Bütün tanelerinde yağmurun
Sana tutulmuş
Toprak kadar
Ayaklar altında
Her zulume boyun bükmüş
Her tohuma
Nimeti karşılık vermiş
Bir sevda tarlası gibi
Doyurayım
Bütün acıkmış gönülleri
Sevdanın bereketini yağdır
Yüreğimin içine
Buda bana yetmez canım
Kanımın yapı taşına dek yağ...

Neyleyim her çigimde
Bir vicdansız el uzanır
Kaderimin kötü gizinden
Kıvrım kıvrım kıvrılır duygularım
Kaçayım diye
Düzler bile küser
Çizgisini düzelteyim derken
Aklım yumaklaşır
Gelde çöz bakalım
İçinde sen kalırsın hepsinin
Düğümlenmeyi bilirim
Sevda düğümü daha kördür
Talihsizlik işte
İçiçe kaldım
Hem aşkın
Hem talihsizliğin en ortasında
Yokluğunun kör düğümündeyim nazlı çiçek
Yumak yumak çözerim
Ömür çözülür her an
Daha çözümsüz
Sen dolu kaç kördüğümüm var
Biçimleri bozasım gelir
Kolay değil
Sana biçimlenmiştir her şey
Kıyamam
Birde bunca düğüm içinde
Seni yeniden şekillemek
Yaradanın bakışları önünde
Güzelliğin soykırımını yapmaya benzer diye
Bekliyorum
Olduğun her kördüğümde
Bir genim ile
Bağışla beni canım
Kendimden çözemedimki seni henüz
Ben olup düşüneyim
Kerem mi olmalıyım ille
İçimdeki aslıya
Aslım zaten sen
Bu başka bir düğüm
Bu hepten kördüğüm olduğumdur işte...

Ağlamayı südüm
Gülmelerden ayırdım
Dudakların farklı çizgilerini
Seni sordum gülüşüme
Bir nokta şaşkınlık
Bir titreyiş
Sahi gülüşün kaç kademeydi senin
Ben şimdi dudaklarımdaki
Kendime ait olanı unuttum
Ne çok bulaşmış
Kendi gülüşüme aldanıyorum
Benim değilmi bu dudaklar
Gel, sokul bana
Gül bir kere daha
Anlayayım bana mı ait
Yoksa gülüşleri mi değiştirdin
Aşkın sihiriyle
Farkettirmeden
Suskunluğum bundandır
Dudaklarım aralanınca
Belki ateş olur düşersin
Tutamam sıcaklığını
Ziyan olur gülmek
Ağlamaya alışamadım
Ama mahkum olmakta istemiyorum
Sensizlik ağlamanın
Bir başka boyutu zaten
İçindeyim
Neresinden baksan
Her yan gözyaşımla dolu
Tabiatım kuruyacak sonunda
Yıldızlar yanıp tükenecekler
Bir nefes sıcaklığı ile sokul
Öp beni, dudaklarımı tanıyayım canım...

Yoldaki kadınların bedenine
Senin bedenini haylime yüklettim
Çöktü bedenleri
Ne ağır sevda taşıyor
O bedenin yar,
Ve o kadınların bedenine birde başını
Baş eyledim
Boyunlarına düştü yanılgım
Bir başk yöne gitti bedenler
Seni geri aldım
Bedeninle, başınla
Yalvardılar gözlerimin bebeğine dayanıp
İsyan ettiler
Başsız bırakılmışlar diye
Şikayetleri
Senin kadınların başı olman gerekmiş
Beden beden, damarına dek
Kadınlık demek
Senden filizlenmemiş
Senin gözlerinle bakmakmış leyla leyla
Bir bakışla yandırmakmış
Duyguyu bile kerem edip
Bir gülüşle söndürmekmiş
Dünyanın en sönmez yangını olan
Gönül ateşini
Ve senin adımılarınla yürümekmiş
Kirpiklerine vurdurmakmış ceren yüreği
Dediler ki o kadınlar
O, suyun saflığıdır
Bizler onun deryasını bütünleyen damlalar
O suyun sesidir hem
En güzel ve en heybetli
Şelalenin orkestrasının sazlarıyla okunan
Tüm kuşların sesinden bir türküdür o
O saçakta kalmış son damlanın
Gün vurmuş toprağa düştüğü andır
O, sevmektir,
Sevmenin başladığı zamandır
İyi dinle yüreğini
O damlanın sesi yüreğinde
Taklitsiz
Ve bir yaşamın kaynağı...

15.02.2009 Kartal
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:37

BAŞININ BELASIYIM SEVMİŞİM SENİ... (Bestemdir)

Kahkülün düşende alnın üstüne
Bu gönlüm kaybolur teller altında
O mahmur gözlerle bakma derinden
Canda canın vurma güller altında...

Neyleyim neyleyim canım neyleyim
Kimi gönül derdime lokman eyleyim
Başka yol yok yollarında öleyim
Başının belası olup sevmişsem seni...

Ak eline alıpta yazgı kalemi
Yazma ayrılıktan yana kelamı
Gönüle dar etme koca alemi
Gözlerini koyma seller altında...

Neyleyim neyleyim canım neyleyim
Kimi gönül derdime lokman eyleyim
Başka yol yok yollarında öleyim
Kanımın rengi deyipte sevmişsem seni...

İlkbahar yaz ile varır murada
Denizle ruhta can olur her ada
Tek ölümü gerçek bilip dünyada
Aşkı yalan sayma diller altında...

Neyleyim neyleyim canım neyleyim
Kimi gönül derdime lokman eyleyim
Başka yol yok yollarında öleyim
Başımın tacı deyip sevmişsem seni...

Gittiğin yer hepten karanlık olmuş
Sanki tüm hatıralar bir anlık olmuş
Gayri vuslat ahir zamanlık olmuş
Sevdamızdır naaş kollar altında...

Neyleyim neyleyim canım neyleyim
Kimi gönül derdime lokman eyleyim
Başka yol yok yollarında öleyim
İki cihanım bilip sevmişsem seni...

10.02.2009 Kartal
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:38

ZIT...

Ormanda ağaçlar kardeşken
Doğada sıradağlar kardeşken
Denizde dalgalar kardeşken
Adem ile Havva evladı zıt...

Yaradana ölümde varılır
Ameller ortaya serilir
Kul üryan, divan durulur
Sevapla günahın tadı zıt...

Akbabanın, serçenin günahı
Sorulurken zulüme, mazlumun ahı
Işıktan yoksun gecenin siyahı
Bir tartışılmazlıktır ki, adı zıt...

Terazini altından da yapsan
Sevap satın almaya da kalksan
Başına zümrüt taç'ta taksan
Kefe'nin hep iki kanadı zıt...

Haksızlıkla balda yesen
Tüm dünya benimde desen
Ağlayana bile gülsen
Her ağuyla, hep bal tadı zıt...

Her kuşun iki kanadı var
Her kulun da bir adı var
Her gönülün muradı var
Ulaşamamanın kanadı zıt...

Zor ile kolayı eversen
İkisinede sır versen
Ne oldu sonunuz dersen
İkisinin de muradı zıt...

Çözülmezde aklın durur
Varlığın bir nokta olur
Sonunda bir adın kalır
Yaptıklarınla adı zıt...

26.02.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:40

KAİNAT AŞKINA SEMAH DÖNELİM...

Ay çok şuh bir gelin gibi olur
adı dolunay
ışığı oldun, doldun içime
göğü aydınlatan
gecenin görünürlüğünce feneri olan
gözlerini süzer oldu geceme
bahçelerde
hatta kar yatağında
uyuyan kardelenler
şimdi gümüş benizlidir
şimdi bütün sular şimşek akışlı
ve bütün okyanuslar
dalgalarında göğün aynasını
dans ettirirler
balıkların pullarında
yakamozlar kayaktadır
daldaki zeytine düşen ışıkla
bakışın kılıcı düşer bağrıma
şimşeklerin dudakları uçuklar
bir ateş
bir gönüle düşerken
gönlümdeki ateşinden yanar
yakanı da yakan var hani
aklında kalsın
gölde bir suna
kıvırtıp yüzer
kanatların altındadır
suyun derinliğinde
kalan özlemler
rüzgar çıksa
dokunsam kanatlarına
safça
hani ben suyum işte
kıskanmasın seni seven
suyum ama
sana saflığımca hayranım canan
ve nazlı kırılmışım
ve dudakları dokunurken suya
bir tatlı cerenin
suyun ruhu çözülür
dudaklarında sen dokunursun
içinde mecnunlar
leyla elinden
sevda şerbeti içerler
hasretler bile serinler
ölüm bile dokunmaz
ipe düşmüş sevdalıya
boşlukta kalır ecel
ve zamansız çıkar gök kuşağı
yağmur sonrasına inat
oyy ince belli güzel
sarılır yedi kat
gönül kuşağın olup
her katın altında
her rengin içinde
duygum boğulur oy canan...

ben seni
bir kara dut ağacının
en olgun olan meyvesi gibi
düşürmüşüm gönlüme
adını dudağımda
sevda tadı etmişim
sesimde
bir türkü etmişim
kara sevda zifte döner duydukça
keremin külleri can bulur
her notasında
yanıklık
aslını kazanır o türküden...

gecenin saçları
kıskançlık krizinde
gölge etmese bir ihsan
ve anlayış firaridir
güzelliğine bir nefes yakın
ne gezer anlayış
seni seven kim ola ki
kıskanç gecenin saçları
gölgeledi
bulutlar üstünü örttü bakışlarımın
karanlık rüşvet yemiş
serilidi duygularıma
ruhum cenderesinde
gecenin aynasının
sırlı yüzü baskın çıktı
ve kör oldum
mecnunun gözlerinden kalma
ucu ateş kızılı bir milin
eteşten neşter gibi kesen acısı ile
dağlanmayla körlük
karanlıkla sensizlik
akraba oldu
göremiyorum
ellerini ver tutunayım
dolunayı uçuracaklar
başka kıskançlık yurduna
geceler
mahsız kalacak
güneşi şaşırtacak yarın...

oyy, güzel güzel
ben dolunay olaydım
şerit şerit kes beni
dola incecik beline
murad alayım
gökyüzünün yalnızlığı
kaderim olmasın
yüzüne yıldızları süreyim
yıldız böcekleri
düğün etsinler
çoğalmak sevdalarla
murada varsın
vuslatın badesini gözlerine koy
bir damla ayrılık katmadan
ben ayrılığı ölüm bilirim
sensizliğide yaşarken ölmüşlük
içirme hasretini
mecnun gönlüme
özlemlerim öksüz kalıyor
olmadığın düşüm bile
sancılı ve ölümcül bir hasta
yara yara giriyor uykularıma
uykum bile bin yerinden
dilim dilmdir sensiz
rüyalar siliniyor hasret eliyle
gönül yurduma göktaşı düşüyor o an
nuh tufanı sığınıyor umuduma
nafile sensizlik
yaşamın sonu oluyor içimde...

dolunay koydum adını
doldurdum içime
gönül gönülle uyusun
sevda sevdaya dil öğretsin
sevmek ilk kelimesi
kainatın lügatı
sevmek ile dolsun
en güzel andında dil
ve en doruğunda
en yüce dağın
bir kar gülü
dolunaya el sallasın
yıldızlar kor
türkümüz cihan ağzından
sazım sen kendi kendine dokun
tellerin böyle titredimi hiç
böyle dolunay türküsü
duydun mu bundan önceler...

kar yağıyor
dolunay üşür
ayaz geceleri yokluğunun
sarılmak olmaz ki hasretlere can
yiğitlik midir söyle gül
kökünden suyunu kesmek
atılmış bir tohumun
ve doğmadan
bir cenin gibi
hayatı inkar etmek bir sevda özünde
yaşamasına izin vermemek sevdanın
gönül içinde
utançların
adını aldığı andan bırakmak geri
iki gönülü ne diye...

kar yağar
camlar üşüsün
bize ne
biz sevdaya sarılmışız
güneşin ocağında
gönlümüz kaynar
vuslatın sofrasında
her lokmamız aşk...

hasretler düşünsün
kiminle saraka edecek
biz yanarız
ta ruhtan tene
varsın zemheriler
dondursun
sulara bile geçit vermesin
suyun saflığı
renk değiştirsin
akan sular donsun varsın
hatta gecenin kara peçesi bile
tir tir titresin
kavlimiz güneşin yatağında
en azından
anılarımız
soyumuzu sürdürür
gönül dolusu
sanki bize ne
biz ayrılıklar yurdunu
çoktan terk ettik
biz güneşin yatağında sarılmışız
sevişiyoruz
tenimizde ter
denizlerine zerre zerre süzülüyor
ve bulanıyor
ardımızda bıraktığımız
bütün zülüm dünyası
ölümüne kararlıyız
kaynayıp ölmeye
ayrılık kimmiş...

gönlümüz işte
tarifi imkansızlık yapısıyla
boyun bükmüş
iki dost dağa benzer
altı zinhar kayadır ayrılıkların
üstü pamuk kale
bulutlar bizi süzüyor
gök yüzüne doğru
yağmurlar yukarı doğru koşuyorlar
ulaştık
bir serin cennete
hurilerin ellerinde
bir başka elementten
kupalarla kevseri sunarlar
aşkı aşka katmışlar
kevser çıkmış soyundan
bu kokteyle varmaya güneş koşarak gelir
yıldızlar patlar vuslat ile
kainat bir kat büyür
adı aşk adı aşk adı aşk bu oluşan alemin...

varmı sevda cennetimizde
gecelemek isteyen
yorgun yürekler
ve sıratı asfalt eyledi çektiklerimiz
cehennem, cehennem olup gitti
dolunaya gel sevdalı yürek
dolunaya gel, sabahlarında
murat almamışların olmadığı
şafaklarla
güne
geceye
yaşamın devinimine
sevda diyelim
sonramız
ölüm nasılsa
haydi ellerinizi verin...

kainatın etrafında semah dönelim
aşkın aşkına...

27.02.2009 Kartal
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:41

HASRET KAPISI...

Gülüm hasretinin kapısındayım
Kilitli ümit kapımı ellerinle aç
Çok anılarımı vurdum açamadılar
Ellerinde yetmezse gözlerinle aç...

Kavli karar düşmüş mecnunla çöle
Susuz kalmış gönül leylasız dile
Çağırsan keremin külünü bile
Sen aslı muradımı sözlerinle aç...

Yürekte bulutlar özlemden yağmur
Canımı sele ver, tenimi et çamur
Son nefes sevdiğim gel sineme gir
Sana varan yollarımı izlerinle aç...

Varırsam diz çökerim olduğun yerde
Aldırmam ölüme, aldırmam derde
Hele ki yüreğim yüreğini öperse birde
Son adımda vuslatımız nazlarınla aç...

21.12.2008 Kartal
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:42

DÖRT BAŞI MAMUR...

Zahiridir meram zikrim içinde
Ahiridir sevdam fikrim içinde
O biridir üryan kalbim içinde
Kainat yaşında, uzamındadır...

Gülü yaratırken o yüce hüsna
Bülbüle emretmiş ki aşıktır ona
Dünya gülle dolsa yaşam adına
Yine aşk hem başı, hem sonundadır...

Sırrın aslı hüda, kul ona yolcu
Varmak amaç, vuslat edip sonucu
Sevdan galaksidir, can kirpiğin ucu
Gözün kırpsan, gönlüm avucundadır...

Leyla ile mecnun doğmadan önce
Aşkla yoldaş olmuştur, kulu sevince
Sevdaydı her daim dönen gün gece
O her gönül yurdu, her can ocağındadır...

20.12.2008 Kartal
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:43

SENİ SİL BAŞTAN YAŞAMAK...

Gel gurbetle sılayı barıştıralım
Doğuştan düşmanlar barışırlar mı ?
Gel rüzgarla bulutu sarıştıralım
Birbirini kovanlar sarışırlar mı ?

Gel batıyla doğuyu kavuşturalım
Desem iki kutup karışırlar mı ?
Gel tatlıyla tuzluyu karıştıralım
Dersin de hallerine alışırlar mı ?

Gel kini af ile seviştirelim
Barış çocuklarını kucaklasınlar
Gel dünyayı tersine döndürelim
Gel işte gel, karayazgıları silelim
Gel kötülükleri boşluğa dökelim
Gel işte gel,
Gelmezsen ben gidiyorum
İnadının içine girip
Kendimi yok edeceğim
Seni bütün genlerime zerre zerre paylaştırmaya...

Gel artık gel,
Öteki yana gölgeni mi götüreceksin
Ona bile aslını zerkettim
Kıpır kıpır hele bir bak neler göreceksin...

22.12.2008 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:44

YETMEZ Mİ ?

Soluğumu kuşatıp her sabah
Hep bakışlarınla vurursun
Her nefesim delik deşik yaralanır
Ağır ağır can çekerler
Kurşun ağırlığınca bakışlarından bir ölüm
Düşer her soluktaki cana
Yine hep sen, hepsi sen olursun...

Bilmem ki eline ne geçer acaba
Bunca bendeki seni vurmakla
Kirpiklerinin arasında gerili ruhum
Bak gözlerini kaparsan bir gece
Yüreğinin felaketi olurum
Uykuna, rüyalarına dek sıçrarım
Bir ok gibi duruyorum, saplanırım
Bakarsın cephaneliğini havaya uçururum
Bir kerem ateşi parçası olur
Düşerim gözbebeklerine
Ağlarsın kurşun rengi
Damlaları ben olurum akarım yüreğine
Yazık değilmi bize
Yeter nefes nefes öldüğümüz...

22.12.2008 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:45

SANA GELDİM...

Uyandım şafakla yıkandım, giydim
Aynaya baktım da saçlarım beyaz
Yatağımın sol yanı kutupta kalmış
Sokakta kış, canımda hasretin ayaz
Kalbimdeki yanardağın adı yar
N'olur gelip kalsan, solumda biraz...

Arşım dedim işte ben sana geldim
İster bulut, ister su eyle, sana geldim
Aslımı sen edipte yakmana geldim
Cehennemden kaçtım, adı hasretin
Kerem eyle bana adımı koymana geldim...

Nesiminin ak derisini yüzenler
Pirsultanı dost der diye asanlar
İnsanı yakanlar, dostu üzenler
Sallanınıp o darda yüzülün biraz
Faniyiz, asıl adımız ölümdür
Sevda ile herşeyi sevelim biraz...

Arşım dedim işte ben sana geldim
İster bulut, ister su eyle, sana geldim
Aslımı sen edipte yakmana geldim
Cehennemden kaçtım, adı hasretin
Kerem eyle bana adımı koymana geldim...

Uzakların içinde neler var kim bilir
Hayat vardır belkide şu gezegende
Gönlünün içindeki gönülü kim bilir
Bildiğim ki sen bir dünyasın içimde
Dönersin sevdamın galaksisinde
Ah birde desen, artık ben sana geldim...

Arşım dedim işte ben sana geldim
İster bulut, ister su eyle, sana geldim
Aslımı sen edipte yakmana geldim
Cehennemden kaçtım, adı hasretin
Kerem eyle bana adımı koymana geldim...

25.12.2008 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:46

ZALİM EŞİTTİR ZULÜM...

Zalim eşittir zulüm
ve dünya malına tamah
gardaşı gardaşa
düşman eder gülüm
oysa ne toprak vergi ister
ne zaman sorgu ister
susar su bile birgün
mecnun leylaya varamamıştır
işte buda başka sürgün
gülüm susuz çölün
bir vaha gözyaşı vardı
demek ki oda kurumuş
adı ayrılık
ölüm ile eş...

küfrettiğimiz kendimiziz
küfürü ki
icat eden de kendimiz isek
kitabı mukaddesi
küfürden uzak okursak
niye canına okuruz gülüm
ayrılığın
hemde arkasından ver yansın
ana avrat
hem küfür yaratmadı ki
zalim ayrılığı
bak yine yanlış söyledin işte
hem kim dedi ki sana
ayrılık zalim
oy gülüm
ayrılığın icadı insanın özü
anlamamak yatar
düşüncesinde
anlamamanın içinde gülüm
anlamayı anlatmak var
anlamak var
ayrılığın bir yolcu olduğuna
inanmak var gülüm
küfür ile değil
elini bırakmamak var
asıl ayrıldığın
kendinde eksilen parçandır
bir yanın sızılar zaten
feleğe ne desen
felek hangi bir işe yetişsin
felek bir tek
ama bir dünya dolusu
suçlu göreni var...

hangi çağdı acaba
insan ilk aşka düştüğünde
dişinin dişi kesti
erkeğin güçlü
erkekliğine güvenip
atılgan yüreğinin delişmenliğini
yelesiz ve kuyruksuz
bir aslandan geriye
bir gönül ocakbaşının
köşesine hangi dişi
hangi zaman oturttu
uslu bir çocuk gibi
ninni bekler gibi
dört gözle
uyku bekler gibi
süzülgen gönül gözlü
ama ölümü bile unutmuş
çarpan yürekle
adam adam olalı
aşk boyundan uzun oldu
ne dersin gülüm
kim bile bilir ademden önce
aşk hangi batından doğmuştur
ki kadın bunca gücü
alt etmiştir
bir ok kirpikle
ve esir etmiştir
kahramanın kanına kadar
bir ahu bakışla
havva anamız
adem babamız ile
demek bundandır şimdilerde
dünyaya sığmaz büyüklüktedir...

Fırat asidir hep
hele ki kış biterken
dağların eteklerini
yeşil nebat halısı örterken
zemheriyi
göçe zorlarken cemre
güneş ateşli suyla yıkanıp
tepesine çökerken
en yüce dağ
şapka çıkarır önünde
mantosunu soyar
ovaya akıtır gönül suyunu
ağaçlar giyinir
yaprak yaprak bir mevsim
güller
bir kızın dudaklarıdır
öpülmüş ki kızıl
utanmış ki pembe
yari görmüştür ki apansız
sapsarı
işte öyle gülüm
aşk toprağa düşer
üzerinde
nasipleniriz hepsi bu
farkımız
ayaklarımız değil
aklımızdır bizimle
gönül rençberliği edecek
can toprağını bulmak
buradaki ayrılık
bir başka mevsime kalsın
burada ayrılığın
canımdan bir parça olması
hesepsızca kadar senin
oradaki yaraya sürülmesidir
kalbim bundandır
iki katlı bir zırh giymiş
sn ayrılmazsan
benim yüreğimin kalesini
ayrılığın fethi ne mümkün gülüm...

akardı
Munzur toprağın kucağında
zaman
bir yaşlıya benzerdi
nasıl ki
her yaşlı kucağında
hep ölümü taşırsa
ölürdü mevsimini beklemeden
zamansız içimde
yokluğundan bu yürek
gelmedin
munzur suyunun
yatağı içimdeydi
şah damardan kestim
kanım olmuş boşu boşuna akar
işte ayrılık bu olsa gülüm
ölümün gözlerine baka baka
ölüyorum diyebileceğinin
ölümden hızlı
uzaklaştığını görmek düşüncede
duygularını
birer birer katletmesidir
ümitsizliğin
bitmektir gülüm
ayrılık hiç olmamışça
ayrılık demek gülüm
hiç başlamamış olmaktır
başlamaya bir hayal kurmaktır gülüm
bizimkisi bu ayrılıktan değil
biz biribirimizin gönlünün
içinin içinde ayrılığ yaşarız
bir baş yüzüdür bizimkisi
ayrılık bile
ayrılık olduğundan şüpheye düşer
aynı yerde
aynı canda
bir başkalıktır yaşanan gülüm
tarif edemiyorum işte gülüm, edemiyorum...

inlerdi uçurumun önüne gelmiş
bir yolcu korkuuyla inlerdi hasta
gülerdi ölüm
ve işine giderdi hastanın nefesinden
atmosferi silerdi
duygularındaki
ekranı kapatırdır
bitirirdi bütün filmi
yakardı sinemayı
seyredilen her şey yanar
bütün seyircileri anların kaçardı kurtulmak için
Hiroşima misali
ot bile bitmemiş gibidir gülüm
ayrılmış gönüllerle
ölmüş bedenlerin
kemiklerinde
yaşamın hiç bir şeyi yazmaz çünkü...

ciğerparem
Ve nefesim
cevahir gözlüm
yürekliler yüreklerini
yüreklilikle
yürek yüreğe katar birbirbirlerine
daha
yaşıyor yüreklerimiz
çıkaralım
birbirine kaynatalım
ölüm bizi hiç sevmediler bilsin hep
yaşamaya günahtır
her ayrılık
insan bir kere ölür gülüm
bu ayrılık ne ola...

ve Kömürhan köprüsü
hep Harput'a bakacaktır
ben ölürüm
sen ölürsün
Fırat yine akacaktır
Malatya'ya Beydağı
selam duracaktır her gün
yüreğimin başı Harput'tan gelip
ışık hızından öte
bir sevda ruhuyla düşecektir güneş olup
gönlümdür gün
gönlümdür gece
gönlümdür yıldız
mahı nurum kara gecemin meşalesi
kurda, kuşa
yem etmedim
ayrılıktan yana ben
ne kendimi
ne içimdeki seni
göz bebeğimin sevdiği
mor ötesi sevda bildiğim renk
kenger dikeni batmış oldu
bugün yoksun
gözümde arpacık ağrısı başladı
bakışından sürsene akşama
bu göz ağrısı bir başka
sen sen diye sancılanır yüreğim
iliğim donar
ayrılık dersen,
deme gülüm, deme...

26.12.2008 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:48

ZEHİR ZAKKUM SEVDA İLE...

Ben fal çiçeğiği oldum
adım papatya diye
"seviyor, sevmiyor" demek
gönülden kopar,
diline düşer
hakikatı aşkın
incecikten bir gizdir
sırat gibi bir köprü
gönlüne gerçeğini kurarsan
geçersin gönül odasına
ya kanatlanıp uçmaktır
ya hasret cehennemine düşmektir sonu
eğer ki ben "seviyor" ile bitersem
yüreğin güler
ya "sevmiyor" bitsem
yüzün sararır
aynı göbeğimin sarısı gibi
duygularından sarı tüylerim gibi
dökülüverir ümitlerin
hangi rüzgar kapar bilemezsin
kabahat benim mi yani
onun canının canı sen
kabahat sende
seviyorum seni desene ona
sevmek utanmayı utandırmaktır
aşikar düşer gönül diline
söz kale gibi durur
suskunluğun dünyasında
fetheder gönül gönülü
taş olsa yürek
bir kırılacak noktası vardır
vuracağı yerini bilmeli
gönül gönülün
kendini vuracağı yeri
kendisini o
onu kendisi edeceği yeri bilmeli elbet...

daha fallarla mı avunursun
gidip ona sorsana,
desene gözlerinin en içine baka baka
dilin her kelimenin üstünde
tartılmaz ağırlıkta gül paresi
üstüne basa basa sesin, sözünün
"beni seviyor musun" diye,
ona sorsana...

"karanfil suyu neyler
güzel kokuyu neyler"
neylemez ki, neylemez ki
karanfillerin kanı
sevda suyudur
gönül pınarlarından geli
gözbebeklerinin bahçelerinde
bakışlarının içinde yetişir onlar
umudun elleriyle sulanır
deste deste, kan kurusu olana dek
boy verirler hep
camların önünde güneşi yerler
ateşten bir renk ile sarılırlar
bütün gönül dünyana
seversin, sende seversin
karanfil kokulu o yari
gül inceliğinde sararsın...

kim demiş yakana takılmışım
ille de senin olmuşum
bir bilsen hasretler
ayrılıklar canlara neler eyler
kırmızı karanfillerin
kanını kurutur
bembeyaz eyler
düşersin bir yumuşacık elden
taştan bir kaldırıma
ölümünü bile kaderin çiyner...

ben kızıl gülüm
güneşi yakarım her şafakta
gün sevdiceğim döner olur
akşam ışığı yakarım odamda
karanlığa karşı
rengini koyarım odama
geceme ayrılığın
hasretin karası düşmez
alırım hayallerimdeki
bütün senden gülleri
koynumda yüreğime yer kalmayuacak kadar
tıkabasa doldururum
bütün sabahlara senden bir tane
sürmem gerekir şafakta
dağlara ne diye gün ışığı
kızıllıklarla düşer ilk anda
hani bu mecnunun elindeki
haline sor
dikenini tenine batıra batıra
soluk soluğa
ferhat olur sen diyedir
her sevdalı şirin gün
çıkar dağlara
aynı güneşi yakar bir daha
canın yarısı, günün yarısı
akşam olurken
dağlarda yalnız koymaz seni
alır grupdan koyar geri yüreğine
dağlara yakışır yalnızlık
senin yerin
yüreğimde dolaşan kanımdır
evrenin en uzun yolunu
gezmeye çıkar bütün ana damardan
en kılcal olanına kadar
dolaşır içimi her adımı aşk, aşk diye...

zakkum şikayeti işte bizimki
yarin pembe dudakları gibi
isyanı ateş kabahtlidir adımız
zehir zakkum lanetlenmiş gibiyiz
oysa
bir bilseler
adımız aslımızla kavgadadır
bahçenin önünden geçerken o yar
yapraklarımızı zehirimize atarız
kendimizi yeriz dal dal
güllerimiz ayaklarının altında
kalsın diye
seriliriz ölümüne yoluna
ayağının tozu değil midir
bizi böyle güllerden ayrı tutan
hep ayrılığa atılan adımlarda
burada zehir zakkum birbaşımıza
kalmışız
kim bilirki onu gördükçe
arzularımız zehirimizi bal eyler
güllerde dolanan arılar oluruz
bilir mi bunu yar
zehir zakkum sevdalıyız onun yüzüne...

ak zakkum, pembe zakkum
zehir çiçeği derler bize
biz ki ölümüne severiz diye
adımız böyle konulmuştur
bilir misiniz güller...

30.12.2008 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:49

KISMET…

Satırlar yıl boyunca sayfaların ak yüzünde adım adım yürüdüler hep. Satırlar ki, sayfalarda karın üzerinde gezinen her türden, her renkten ve her dilden öten kuşların ayak izleri gibi dururlar ilk bakışta, ama sözcükler birbirlerine olan anlam aşkıyla bütünlenip, sokuldukça, meramın özüne, cümlelerde ocaklar yanıyor, şiirler pişiyordu bin bir çeşit. Mevsimler değişiyordu duygularında, yazanın, okuyanın. Bazı bir zemheride yaz gülleri tomurcuklanıyordu bir nazlının bakışıyla, gün başlıyordu bazı da gözlerinde bir anda da o nazeninine mecnun, yada leyla olan gönülde irem bağı ta ruhun içinde alabildiğince ve eksiksiz oluşuyordu. Bir gülüşünde o nazlımızın, bizler bir ömür kazanırken bazen, bazen de, bir damla gözyaşında, aklımıza kızgın kurşun düşmüş oluyordu, duygularımız ve ruhumuza kadar dünyanın ortasına dek gömülüp lavların içinde cehennemi dünyada yaşarız.. Dünya ekseninde hep aynı yoldan geçerken hiç usanmaz mı acaba ? Bir başka yoldan gitmesi ve bizi başka duygulardan, başka renklerden geçirip tanıştırması mümkün değil mi ? Ben artık bu gökyüzünün kirli maviliğinden olsa diyorum, sanki mavinin asıl rengini unuttum. Bunun için sık sık Atatürk’ün resimlerindeki gözlerine bakıyorum… Ve mavinin aslı ile yeniden yüzleşiyorum her bakışımda. Denize rengini veren gökyüzüdür ki, rengi mavi değil de yeşilimsidir. Bulutların bazısı bir pamuk tarlasına benziyor, bazıları yakılmış ormanların yerinde kalmış çıplak siyahlıklara. Suyun rengi yok, içmeden, dokunmadan, hele ki sesini duymadan anlayamayız. Ama Dünya’nın üçte ikisi su. Suya her türlü kirimizi sürüp, onun şeffaf yüzünü bile yaptığımız çirkinliklerle değiştirir olduk, yine utanmadık, su utanır oldu, yüzü karardı yaptıklarımızdan, biz yine arsız bir pişkinlikle ona muhtaç olduğumuzu da bilerek, onun eksikliğinde öleceğimizin bilincinde de olarak aynı arsızlığı sürdürmekteyiz. Belki bir damlasını bulamadığımız anda ölürüz, belki de bir damlasında bile ölürüz… Evet camın rengi de yok ama, onlar evlerimizin duvarlarının aydınlığa açılan gözleridir. Bizler duvarların ardındaki odalarda iken, en şeffaf tanığımızdır o camlar, güneşin ışığı üzerimize düşerken camlar bu hakkımızın önünde durduğu halde onun rengini ve sıcaklığını tutuklamazlar. Rüzgarlar eser, fırtınalar kopar, soğuklar başlar, hatta kar, yağmur yağar, güneşi tutuklamayan camlar, bu kez yine bizden yanadır, üşümeyiz onun ardında olduğumuz halde, dışarıda yağan karın soğuk yüzünü görürken yinede üşümeyiz, camlar yağmurlardan ıslanırken, bizler arkasında bir sır perdesiyle korunuruz ve bir damlası yüzümüze uğramaz. Sırdaşımız camlar, konuşmalarımızı duyar, davranışlarımızın kötülüklerinden zaman zaman kırılırlar da yinede şikayet etmezler kimseye bizleri… Şu an kar yağıyor işte. Ne satırlarım ıslanıyor, ne içimdeki ukdelerim. Oysa bütün şiirlerim ağlamakta şu an içimde. Camların ise işte bundan haberi yok. Camlar gözlerimi görüyorlar ama, arkalarına sır çeksem, onları aynaya dönüştürsem bile, yüreğimin içindeki üşümenin önünde sırları çözülür. Duygularım üşüyorlar. Dışarıda yağan kar değimli yoksa, sensizlik mi acaba. Camlara sormaya utanıyorum, yanıma gelen o kar tanesi geçen yıldan beri yine içimde bir su damlası gibi aynı haliyle duruyor. Yalnız bir değişiklik var onu gözyaşımla buğuladım. Sıcacık bir damla o, içimden çıkarıp, gözbebeklerime koysam ve camlara onun yüzüne bakar gibi baksam, camlara kıyamam, kırılırlar bir damla ateşten bakışım bütün camlarını döker odanın. Aynalar hele belki sırlarında onu saklıyorlardır. Hayır gözlerimi kapıyorum. Ağlamayacağım, ateşten gözyaşı dökmek istemiyorum sana olan ümitlerimin yollarına. Onları yakıp bitirecek kadar gözyaşım birikti bu yıl. Yokluğuna tutunmuş son ümidim diyor ki bana ümitsizliğinin üstüne basma, mevsim kış karda düşersen de kalkarsın, ama ümitlerin içinden dışına düşersen boşluğa gömülürsün. O bir kış mevsimi gelmemiş miydi zaten. Ve “kısmet” dememiş miydi gelmek üzerine son sohbetinde sana…

31.12.2008 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:50

GÖZ HEDEFİ GÖNÜL...

Geçip gitti sene bir dalımı kırarak
Bilmez ki kaç dalımı kırmış sensizlik
Günler ölmüş, ayın son nesli yolcu
Gözde doğmuş, ruha varmış sensizlik...

Canımı nice yokluğunla besledim
Kalbimi nice hasretinle közledim
Her ümidimi hep yarınla sözledim
Vuslatımı kaf'a sarmış sensizlik...

Yoksulluktan değil, sensizliktendir
Gönlümün yüzünün şu sarılığı
Duygum senle karun kadar zenginken
Kalbim çeker sensiz her fukaralığı...

Tene, ruha resmeyledim seni ben
Yıla; hep sen tapuladım günü ben
Kayıp ettim sen özümken, beni ben
Der ki bundan ne çıkarmış sensizlik...

Azmim ile hayaline uzandım
Sevdam ile o gönlünü kazandım
Bir düş sonu aldanarak uyandım
Meğer her gerçekte varmış sensizlik...

Ört üstünü bakışının bir tanem
Kirpiğin okundan yüreğim yara
Sitem etme ağlıyorsam nar tanem
Gönül yara, sensiz bu can fukara...

31.12.2008 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:51

SENSİZ SÜRGÜN GÖÇÜNDEYİM…

Koydun hasretinle baş başa beni
Bir yudum ümide yalvarır ettin
Gözlerin uzakta, varılmaz yüzün
Aşılmaz dağlara yakarır ettin…

Beni ki dün akşamın gün aşımında
Sensiz her saatin zor geçişinde
Bugün hasretinin aşmaz başında
Sessiz gece ile kararır ettin…

Abbas oldum yolum bilmem ne yana
Her yolda hep seni arattım cana
Özlem senden yana, can senden yana
Yürüdüm de yokluğuna varır ettin…

Yüreğimi sorma bendende yorgun
Ümidimi sorma sendende kırgın
Yarınımı sorma bugüne dargın
Yaşamdan hep hasret çıkarır ettin…

09.01.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:52

ŞAFAK BAKIŞLIM...

Mermerin sertliğine benzer inadın
Kırılır zamanın ellerinde, ezilir
Yinede yüzüne sürersin, sıvarsın
Görmesinler diye içinden eksildiğini
Saçıldığını dört yanına görmesinler kimseler
İnadı bile dize getirirsin utandırıp
İllede şarapnel gibi inadının inadına
Parçalarınla kaç kez ölümü
Kendine ve sevdiğine saplarsın
Ama yinede iyiki varsın
Senden inadın bir başkalığını öğrendim
Ve bir yanım yara kaldı inadından
Teşekkürler sevdiceğim
Huyun sızı olup yerleşti
Kalbimin çarpıntısı lokman hekim ama
Bıraktığın acıya çarpınır durur ama
Söylesene, et, kemik sarılır da
Acı sarılır mı ?
İnadına sevda diye sarılmak
Benden de al işte o kadar
İnadının inadına
Aşk bu işte neyleyim
Seviyorum seni
İnadın doğduğu andan beri
İnadın kendisi kadar inatla
İnada inat bir sevdayla
Aşkın adını inat koyana kadar
Bütün inatların sertliğini
Bazlama hamuru yapana kadar
Aşık olacağım sana hep
İnat bu ya, gün olur yumuşar
Sızımın bir kolu
Bir damarının en ince yerinden
İnadına sevda olur süzülür
Mermerden yüreğinin içine
Eritir kalbinin aslını
Yerinde bir başkalık hissedersin
O an eyvah neyledim ben dersin
Seversin seversin, sende seversin
Ama inadın kale kapısı olur gözlerine
Açılmaz kapının önünde beklersin hep
Yumuşak yüreğimi göreceksin
Pişman olup, geriye dönüp gidecekken
Ateş gibi bir yürekle sarılacaksın
Yüreğim yüreğine bırak inadı diyecek
İnatla seni hep yumuşacık sevecek...

Bakışlarım bakışlarının kapısına dayandı
Yıllardır gözlerinin sürgünündeki gözlerim
Per perişan bir çırpınışla buldular gözlerini
Son bakışların, son sözleri bunlar
Kapatma gözlerini
Gözkapaklarının altında gömülmeye geldik
Mecnunla leyla hatırına
Kaşlarının altından eriyip damla damla o adamın
Yollardaki izlerini sürerek geldik sana
Gözlerine göm bizi
Bizde hemcinsiniz
Ama duyguları erkekçedir sahibimizin
Sensizliği içine sindiremeden öldü o
Senin gözlerine armağan etti bizleri...

Hadi sokul bana
Bak ne diyeceğim
Ben sesinin telleri kadar sesinin içindeyim
Ben yüzünün çigileri kadar
Şekillenmişim gülüşünde
Duygularının ifade sayfaları kadar
Yazılmışım yüzündeki her tona
Ben akıyorum gözlerinden ağlayınca
Ben sürülüyorum allığın olup
Ben öpüyorum dudaklarını
Rujun kızıllığına gül karıştırmışım
Çantandaki sigara benim
Çakmağındaki ateş ben
Ben yanıyorum dudakların arasında
Ben tütüyorum her nefeste
Ben gömülüyorum
Çiğerinin en ucrasına
Beni yanına al
Ben beni, kendime vursam
Bin parça etsem hepsi sana çekimde
İki kat aşkı çekirdek
Nötron ve proton
Sen olmuşum yarı yarıya
Dönüyorum her yanında
Nefesine dikkat et, kesilir gibi olursa mecalin
Hele bir beni düşün o sıra
Çam ormanlarının içinde
Bir karşı cinsini arayan bülbül olursun
Sırılsıklam olmuş bir şelalenin
Bütün heybetiyle döküldüğü yer gibiyim
Hele beni bir an
İçin dolu dolu olur
Gülkurusu sevdalarla dolmuşum içine
Bilmez misin ?

Yagmurun inadına,
Bir zamansızlıkla yağarım ruhuna ben
Gecenin perdesine sarmışım ruhumu
Gözlerinle aydınlanmaya gelmişim gün olup
Islanmışım kendi gözyaşlarımdan
Yokluğunla kıt kanaat geçinmişim
Sürünüp, düşe kalka gelmişim yüreğinin kapısına
Ümitsizliklerimi diyet etmişim
Ümitlerimi yalnızca sen bilmişim
Duygumun anka kuşu kanadıyla
Gözlerini açıp kapayınca
Gözlerinin kapısına dayandırmışım gözlerimi
Bu kadar mı zor söyler misin
Aşkını alıp avuçlarına
Sıkboğaz edip
Yüreğinin içine sokuşturmak
Belki nefes nefese kalırsın bir an
Ama vuslatların sonu bir oh ile bitmez mi söyle ?

Kış geçti sensiz
Kirazlar kızaracak sensiz
Bahar gelecek sensiz
Cemreler düşecek sensiz
Mevsimler değişecek sensiz
Benim ömrümün zaten
Sensiz dört mevsimi yok
Yüreğimin bir sevda odası yok
Dışarıda
Hasretinin korkunç soğukluğuna
Sarılmış şu yüreğim
Hep kendindeki seni sana kaynatıp
Kendisi olup senin yüreğini
Sarmak ve ölmek istiyor
Ölümün adı kendisi
Ölüm yalnızdır
Ölüm yolcusu yalnız
Sensizlik kadar düşman değil bana
Birgün olacak ki
Seni de yalnızca saracaktır
Gel beraber ölelim
En iyisimi
Ölüm sevda görsün
Keremin külü mü
Aslının külümü aldığım bu can
İki gönül kördüğüm
Çözersem diyecek
Kül kalacak geride
Ama külün hangisi sen, hangisi ben
Ölüm bile şaşıracak
Aşkın rengi aynı oldukça...

Gün bitti
Dağlara karanlık düştü
Karanlık içime sensizlik çöktü
Sular karardı ardından
Yıldızlar uzaklarda ağladılar halime
Gözlerinden vurulasın yıldızların ışığıyla
Yıldızları ağlatma
Yakamozlar medcezzir yaşar dalgalarda
Denizler çırpınır yaralı suyu
Tuzunu basar hasretin edip kendine
Benim yerime
Bunca ağlayan dostum var
İnadına seni sevdiğimden yanadır hepsi
Gün yine doğar
Birgün bir avuç ateş verir bana
Ateşten sen edeyim diye kendime
Aslını yakayım diye gerçekten
Şafak bakışlım
Bugün yarına bundandır koşar
Yarınların içinden bir sen getirmek için bana gün
Gönüllerin yüzü suyu hürmetine doğar
Dünya güneşin yüzüyle kavuşmaya döner hep
İçinde olduğu şeyi
Sevmemek olur mu diye...

16.01.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:53

DÖRT MEVSİM KADIN...

Bulut bulut ağlar, seni yağarım
Kalamam ki boşlukta ben bir başıma
Kalbimide ellerimle söker atarım
Sensizse, kalsın diye kendi başına...

Maziye bir kibrit çakıp yakarım
Her sensiz ana bir kurşun sıkarım
Aslımdan kerem canımı bile sökerim
Sensizse istemem, baksın işine...

Ölmeden aşkını silmem kalbimden
Yaşamak sensizlikse, neylim onu ben
Seni hangi neşter kazyıp ondan
Çıkarabilir bu canın bir an dışına...

Yaşadığım her an, sen dört mevsim kadın
Yaşamımın anlamı koymuşum adın
Sen doyumsuz aşk meyvesi, tarifsiz tadın
Gel terketme, zehir koyma aşkın aşına...

03.12.2008 Kartal
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:55

AYRILIK EKERSE GÖNLÜN GÖNLÜME...

Ayrılık ekerse gönlün gönlüme
Ateşleri biçmeye elimi ara
Yanmış bir keremi koyup aslına
Aşk yarana derman külümü ara...

Seni nar eylemiş gönül bahçemde
Mecnun feryadıyla dolu sinemde
Hatta her şarkıda, şiirde, demde
Hep sen, sen diyen aşık dilimi ara...

Yağmur sen yağardı sevdalı tene
Ateşim sen artardı ertesi güne
Ben aşkın volkanı, sen canı bütüne
Yanardağdım içinde o son halimi ara...

Divane değildim ben senden öncesi
Sevdana düştüm ki her derdin incesi
Unutturduğu dertlerimin nice nicesi
En ince derdimde saçlarının telini ara...

Yaşamdan ne beklerim unutulmuşsam
En onmaz yerinden yara almışsam
İlle de çareyi hep o yar bilmişsem
Lokman deme dermanıma kendi elini ara...

15.12.2008 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:56

YARIN NOLA GARA GARDAŞ...

Gara gardaş, ekmeğim yok, aşım yok,
Dahası ki, su içmeye, tasım yok,
Nasıl olsun, bir uğraşım, işm yok,
Deme lakin, sendemi bir adamsın,
Deki gardaş, halinden hal utansın...

Geldik işte şu dünyaya maraba,
Yokluk, kıtlık kıran, hane haraba,
Ruhum beni katmış en son seraba,
Mecnunluğum leylan, lokman inansın,
Yokluk söyle, bu zulüm sevdanla,
Aslını unutup daha kaç kerem yansın...


BİR KENDİNE DÖNEN ÇARK...

Gemi değil, dümenidir görür iskele,
Su bilmez ki, sen bana gelmesen bile,
Sensizlik sancısı yürekle eylerken bale,
Dalga dalga içimde hep yokluğunu oynar,
Bilir mi, bu kaçıncı hasretinin filosudur batan içimde...

ZULÜM...

Güneşi tutup ucundan kırpsam,
Yoğursam kanımla kalbine eksem,
Kanınla sulasan, kızıl gül etsen,
Bahçevan ümidimin çabası boşuna,
Gölgeside düşmez gülün kabir taşına...

DAR...

Nar ağacı yanarken, tane tane inleyen,
Kerem ateşinin rengine dönen güneşten,
Sorulsun aslı feryadım, sen canımda tüten,
Nasıl ki sırat kurulursa cehennem üstüne,
İlk aslından , son kerem asla düşmez içine...

ÜMİDİN DEVİNİMİ...

Kurban olam oy gül o yangın bakışlarına,
Kurban olayım ey gül o hilal kaşlarına,
Kurban ömür dönümsüz gün aşımı saçlarına,
Sensizliği örtme artık gecelerime, yanarım,
Bir parça ay şafağı yak gümişi, yoksa donarım...

KIRIĞI DA KIRIK...

Yüreği kırıksa sevenin, tutkalı icat olmadı,
Sensizliğe gömülmemin, vebalı icat olmadı,
Bir başım var senle olan, son halı icat olmadı,
Aklımda kaç sen var dersen, dünyayı kabir et bütün,
Yine yetmez ey gül, yüreğinin boşluklarınıda kat bütün...

16.12.2008 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:57

HANİ SENİ DEMEK VAR YA...

Yazmak vardı daha seni
bir bülbülün gagasına
aşk tellalı etmek vardı
bütün aşkın baharına
ve anlatmak vardı seni
anlatabilmenin zoruyla
sensiz anlamsızlığı
demek vardı daha
sormak vardı dahadan daha
gelen sensiz sabahlara...

Sarmak vardı daha seni
gönül yaralarına
ölümün gerçeğine inat
sevdanın ebedi yaşatılmasınca
lokman hekime gıpta ile
sarmak vardı daha seni
sevip ölmeyi
mutlu kefen eyleyip
sarmak vardı daha seni
kabir kadar ferdi mekan bilerek...

koşmak vardı sana daha
kendi adından olduğunu bilip
nasıl estiğini merak eden
bir başka nefes ile
bulutlarla koşmak vardı daha
senin meltem nefesinle
soluklanmak vardı daha
dünyanın en ötesinde
uykusuz kalmış bir bulut gibi
süzülüp ciğerine dolmak vardı,
parça parça solunmak vardı daha
senin içine çekilmek vardı daha
nefesin olup özlem süzgecinden
geçip taa kanının renginden
dolaşmak vardı daha birtanem
yorgun ve işi bitmiş bir nefes olup
dudaklarından atılmak vardı
mutlulukla ölmüş bir son nefes olmak vardı...

koşmak vardı sana
düşten köprüler kurup
sıratında üzerinden aşırıp
bir bale figürüyle, sessizce
gelmek vardı sana daha biriciğim
düşe kalka büyüyen umutlarımın
kalanlarından bir buket
sevda getirmek vardı sana küçüğüm
cennet bahçesinde olmayan
mecnun canı toprağından
leyla kokulu,
dilber güllerini ellerimle
sunmak vardı sana bebeğim
kırılmış satırlarında şiirlerin
şiir gibi şiirler yazmak vardı yanında birde
okumak vardı seni dahası
yıldızların bütününe
güneşin dudaklarından
kainatın aşk nefesinden
okumak vardı sana olan sevdamı
en uzakta kalmış bir yıldızı
çağırıp yüreğine
okutmak vardı daha sevdiğim
seni nasıl nasıl sevdiğimi
kainatın derinliğinde
hesapsız bir genişlikteki
şu yüreğin sana ait odasında
okumak vardı daha canımcan
kendimi öğrenemeden
seni öğrendiğimi söylemek vardı daha
gelde söyleyim
kulakların kızarmasın ama
belki çok kolay gelir kimine ama
seni seviyorum demeye dilim titriyor
utancımın altında eziliyorum
bir söyleyebilsem eğer
kim bilir hesabını kaç yankısı var
ve kainatın söylenememiş
gönül ukdelerindeki bütün yaraları sarar
vuslatlar kanun çıkarır vuslatsız kalanlara canım
ah bir diye bilsem
bir dönsen, bir kulak versen bana
gözlerinin içine söyleyecek
gözlerimin içi
sevmek bu işte, ah bir fırsat
düşse gözlerin gözlerimin önüne
gözlerim söylesede yeter
sevmek bu işte bebeğim
illede konuşmak değil
bu meramı yürek yüreğe
kendi diliyle bu kaçıncıdır söylüyor
duyuyoruz onları
ama dinlemiyoruz
canların telaşı dünya için olmasın hep
birazda yüreklerimizi canlarımıza katsak mı artık...

17.12.2008 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

Post Reply