KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Moderator: Yöneticiler

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:12

Kapıların iki yüzü vardır ama riyakar değildir kapılar. Ön yüzü günün aydınlığına, gecenin karanlığına bakar. Güneşin gözleriyle karşı karşıyadır, ayazın soğuğu ile üşüdüğünü şikayet etmeden dimdik dururlar ömürlerince. Arkalarındaki dünyada yapay ışıkların önündeki sahiplerinin kişiliklerine ayrım yapmaksızın bir korunma duvarı olurlar kapılar. Seslerini duyar, sevinçlerini anlar, hüzünlerini yüzlerinden okurlar. Öfkelerinin işkencesinden geçerler, çarpılır, kilitlerinin dişleri dökülürce sarsılırlar, susmak, itaat etmek kapıların içlerine gömdükleri en büyük acı çektikleri zamanlarında bile menteşeleri birbirlerini kemirirken, kapılar hep kaderine ağlayan incecik cızırtılarla kendilerini teselli ederler. Eşikler her kapının önündedir. Eşikler kapıların arkalarında olup bitenleri bilmezler. Eşikler kapıları çalanlara, kapılara açanlara, kapılardan girenlere ve kapılardan çıkanlara baştan ayağa ilk tanık olurlar. Kapıların arkalarındaki olumsuzlukları eşiklere, insanlar geçişleri ile resmederler. Olanlara her zaman en doğru tanıktırlar kapılar ve eşikler. Kapılar geniş yüreklidir, kapılar açılıp açılmamamanın nedenini soramayacak emirerleridir. Her ne kadar yüzlerdeki ifadelerin resim galerileri kapılar olsalarda, eşikler son noktanın konulduğu yerlerdir... Yollar, hiçbiri kendisini yapanı bilmezler ama, hepside bir yerlere varmak için uzanırlar. Kavuşmaların en temel aracı olduklarının bilinciyle onurlarını yalnızca birbirleriyle paylaşırlar. Yollar yolcularının ayakları altına bazen toprak, bazen asfalt, bazende bir patika olarak dünyanın her yerinde aynı adla, aynı amaçla kurulmuşlardır. Kimisinin kenarlarını kilometre taşları süsler, kimisinin ise kır çiçekleri. Kimi yollara aşık olunası, görkemine, güzelliğine sevda çekilesi leylalar derim, ama onların bu şaşaasını hep küçücük ama illede sen diyen bağlantı yollarına ise mecnun derim. Kopuklukların düğümü olan köprüler, kavuşmaların kulaçlarıdır. İnsanın duygularının temel taşlarıyla örülmüştür köprüler. Bazende çelik ile inşa edilmişlerdir. Zorlukları, aşılmazlıkları aklın ve güzel düşüncenin bilincine yerleştirir bu köprüler. Mutlaklık sevdikçe, aşılmazlığı aşabilmek için, yüreğin ve düşüncenin ortaya koyduğu bir gönüller birliğidir köprüler. Işık bile yansıdığı yerden bir başka yere düşerken, aslının içinden çıkan kerem ateşi gibidir. Yapaydır yansıma ama, gerçeğin soyundan gelmedir, ilahi bir kudretin aksidir her yansıma. Aynalar ışığı almadıkça, ardındaki sırlarına rağmen yüzlerine düşeni resimleyemezlerdi. Karanlığı bu nedenle yaratmış yaradan, ışığın varlığını bilmek için, ışığı bu nedenle zıt etmiştir yaradan, her şey karanlık olsaydı ışığı tanımaya gerek kalmazdı, ya da her şey ışık olsaydı, karanlığın içindekilerini düşünmeye gerek kalmazdı... Köprüler çarelerin bittiği, umutların uçurumlara dayandığı yerlerdedirler, kavuşmanın tamamlanmasını sağlarken, köprüler bazen uçurumlardan uçmaya, bazen de derin sulardan boğulmadan geçmeye yararlar, yani hülasa kavuşmaktır işin özü. Herşey zaten kavuşmak için değilmi ? Yaşama başlamak, ölüme kavuşmak, ölüme kavuşmak, yaradana kavuşmak değilmi zaten. Yollar ayakların ağırlığından aşınmazlar, güzel maksatlar için var olduklarını düşündükçe, yollar yol yerine koyulmamaktan aşınırlar. Yollar maksatların güzel ağırlığıyla gelişir, mutlu olurlar, amaçlarına yalnış adımlarla üzerlerine basanlardan dolayı yürekleri acı duyar, çatlar, yıpranırlar yollar. Güzel duygularla uzun ömürlü olur yollar, vuslatları sessizce paylaşırlar yollar. En kestirme, hatta en patika olanı, bir dağın eteğinde semah dönerek dolanır, yollar dağların ardını insanlardan önce görürler. Hep bir yakınlığın örneğidir yollar. Ormanların içinde geceler iki kat kararır, Yollar ormanlar içinde daha yalnızdır, ama korkmazlar, ağaçlar etrafında başlarını yaradana döndürmüş, altlarındaki yolların ilahi dostudur. Ayakların sahipleridir yollara borcu bitmez olanlar, ayaklar değil. Varmak, yada geriye dönmekte yolların engeli, ksusru yoktur. İnsanların izlerine değil, amaçlarına aynadır yollar. Yollarda izler kalmaz, tabiatın koşulları kalan izleri kaderin eliyle siler daima, İzlerin aslında ya karar, yada kararsızlık vardır. Maksatlar düşüncenin içinden ayaklara komutadır. Gitmek yada kalmak, giderken dönmek ayakların muhakemesi ile olmaz. Aslında yolda giden bir bakıma ayaklar değil, kafalardır bence... Olumsuzluklarımızın sitemlerini ne yollara, ne dağlara, nede kapı yada eşiklere yazarız. Onları kaderimizin sayfalarına yazar, alnımıza yapıştırırız, belki kimse dışarıdan bu yaftayı alnımızda görmez ama, yüreğimiz her satırına vakıftır... Yolları hep iki baş diye düşünürüm, maksatlar onların iki ucunu ya düğümler, yada açık bırakır her zaman. Yolların ortasına bina yapılmaz, Kenarları, sınırları olması, kenarlarında yeşilliklerin olması anlamlı kılar yolculukların mola zamanlarında, duygulara renk katar. Yol yol olduğunu anlar, doğruya gideni olan yolcusu oldukça mutlu olur... Yolun sonundaki olumsuzluklarımız bizim içimizdeki kader yolumuzun üzerinde kalan yıpranmalardır. Yüreğimizdeki yollar belkide dünyanın bütün yollarıdır. Eksik yanlarımızın izlerini bırakmak yolların gizli ağlayışırdır... Yolları sonlarımıza tanık göstere bilseydik, çoğunun deprem görmüş gibi çatladığını, yıkıldığını görürdük...

Her yolağı bir yola bağla ki, gideceğin yere anlamla bir adım atasın, bilincindeki yollar mutluluklara varır olsun, yolların açık olsun yaşamın boyunca... Ama her yolun en ince planını önce aklınla çizmelisin budur asıl mesele...

01.04.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:14

GELESİN DEDİM BİR DÜŞ OLSANDA...

Başı tutuşmuş bir mum gibi
üryan ve pürüzsüz o tene
dokunmuş bir kez
şimdi ateş süzülür
başından ayağına
erir sevdayla
gözlerinde dalgalanır denizler
gözbebekleri alevin aslı
ellerinde uğrun
kalan son vedadan
bir başka ateş
ateş ateşle kavgada olacak
yandıkça bu gönül
süzüldükçe içime
eriyip eriyip özlemlerimle
kendimi damla damla
ayakların altında
ölümle söndürürüm ancak...

sen ışığın akışısın
rüzgarın kayıp olduğu
bir yatak odasında
yürek vuruşlarıdır
saçlarını sarsan
saçlarından
gecenin sana olan heyecanını
kahküllerinden süzen
kulakların kızarmıştır
aşkın sesine uyum için
kirpiklerin sıcak bir çiğ tutmuştur
hasreti ısıtmıştır kanın
çiğ eriyecek şu yanan mum gibi
beklemeyi ağlayacak gözlerin
göz yaşın aşkım damlayacak
ayaklarının altına
bastığın yer yanmasın dilerim
nasıl kerem olduğumu
yüreğinle bilesin isterim...

düşler açığa çıkmış
somutlaşmış
duygunun uykuda içine düştüğü hal
zaafiyet geçirmiş uyku
halsiz kalmış düşlerin güzelliğinden
bitmesin diye
o en güzel olan
düşü düş eden güzel
gözlerini açmamış gönül
uykuyu aldatmış uykusuzluk
kıpırdamadan durur
gecenin karanlığına
bir perde daha çekmiş arzular
şafak sökmesin
gece bitmesin diye
ya çıkar giderse demiş gönül
düşteki güzel
kendini çivilemiş kan
düştekinin kanına
bedenin içinde
şimdi en güzel zindan
düşten doğmuş mecnun bekler kapısını
gelip gerçek gözlerinle göresin isterim
bana benziyor mecnun
yalın ayak
susuz, katıksız
son umudunu diyete çekmiş
bir iğne deliğinden
kırk iplik olmuş
yinede o gerçeğin kapısında
yüreğinin kapısının açılmasını bekler
ha sırat köprüsü
ha ölüm bilir hasretini
düşten çıkıp
aslı gerçeğine nasıl kerem olduğunu
göresin dedim...

şimdi iki yıldız aktı
gök yüzüne kaşlarını çizer gibi
gözlerini çizdim ardından
dayanamadım neyleyim
burnunu çizdim
güneş doğdu
ve sonra dudaklarının yerine kondu
gülümsüyor
bu günde sen başlıyor
bir mum daha olup eridi gecem
ısıtmıyor başımdan başka yerimi
yüreğime n'olur
dudaklarından bir parça atsan
güneşten olan dudaklarından
ateşin nasıl aşk ateşiyle yandığını
ne diye yandığını bilesin dedim
ne geceler biter
ne gündüzler
ömürdür biten sensizlikte
ölümün soğuk yüzünde
düşlere bile yer yok gülüm
gelip üryan bir son uykuma
düş olasın dedim
giyinmiş sarınmış yokluğun
ateşten kavrulsun dedim
çıplaklığında beklentilerin
bir gerçeğe parmak basıp
geleceğim diyesin dedim
son halimde,
bende değişmeyen
o ilk halini göresin dedim...

02.04.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:15

DEVRAN...

Bu devran bir sırdan noktaya döner
Her ümit ışığı eğer varmazsan söner
Sevda ateşinde koca kainat yanar
Keremi cehennem, aslın cennet görecek...

Düşmemiş ki tabibin gönlüne yara
Tabib gönülden bundandır fukara
Git Lokman Hekim'den çareni ara
Bil ki senin yüreğine de sevda sürecek...

Gönülde bir cihan var, canda giz ile
Anlatılmaz çizgilerle, hiç bir söz ile
Görsem seni bir bu dünyalık göz ile
Gözlerim ruhunu gözlerine verecek...

02.04.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:16

Ynt: __BAYTUNCA''dan DaMLaLaR__

--------------------------------------------------------------------------------
NEFES NEFESE GECE...

Ne kadar da kara o gözlerin,
bahtımdan da çok...

Şimdi akşam serilyor ağır ağır,
yorgun bir hammalın gününden yılgın,
az sonra gece daynır gırtlağına,
yorgunluğunun üstüne örtünür,
horlarken otomobiller yollarda,
kapı bu günlük son cızırtsını ağlatırken,
özgürlüğü dış kapıya bırakmışım ben,
girer kollarıma,
çıkar gideriz Taksim'e,
Beyoğlu'nda volta atarız,
kafelerin ışıkları titrerken cazdan,
cayın demine düşeriz birlikte,
koyu bir sevda çiçeği açar masamızda,
garsonun yakasında karanfil,
karşı masadaki kızın kahkahası,
ve yanındaki adamın palavra limuzini,
çalışır bir dolap beygiri gibi üç kağıt,
onlar kalkar giderler,
biz kalırız başbaşa,
dört göz eksiklik eksikliktir,
birçok palavranın yeri boş kalır,
sen gözlerini ser yüzüme,
ben dudaklarına ruj çekeyim,
bir şiirden,
gürültüden orkestra kurayım,
sen gönül türkümüzü söyle,
ben kirpiklerinle lir çalayım,
desinler isterse,
iki ortaçağ uşağı,
kim bilir değil mi, kim bilir,
birimiz leyla, birimiz mecnun,
ve ocakta yanar kerem ateşi,
gözlerinle dolduracaksın kim bilir,
bu koca geceyi,
damla damla içime...

sabır da dağılır odada,
saatlerde usanır geçer giderler,
sıfırlanır başladığımız yerdeki zaman,
şimdi oturduğumuz yerde,
düşlerimizi al içeri,
hayallerimiz yorgun yolcudur,
gönlünü aç,
gönlümden geçir her birini,
ruhlarını doyur anılarımızla,
şimdi yaslan omuzuma,
ne güzel mutlulukları gördünmü,
bak sessizlik bile esniyor,
merdivenlerin basamakları solgun,
uykusu var avizenin,
eline minnt bekler,
kalk gidelim hadi,
gece uykuya dalmış,
biz neden uyumayalım,
sarılıp birbirimize,
toprak bile uyurken,
ölüm bile sessizken bu saatte,
yüreğimizin istediğini ki kaç zamandır,
dudaklarım dudaklarına söylesi,
dudaklarından dinlesin dudaklarım,
gönlünden, gönlüm adına geçenleri...

saçlarıma saçlarını karıştır,
yüzüme yüzün değmeden uyuyamam ben,
ellerin bedenime sarılmamışsa,
bir eksiklik vardır bende bilki,
horozun ibiği bile şu saat yan yatmış,
batan bir gemi bile dibe yeni vurmuştur,
derinliklerden korkusu tükenmiş,
kekliğin gagasındaki kırmızılık,
dudağında kalmıştır,
kekliğin haberi yok,
gül düşmüş canım yüzüne, gül,
hadi sokul yaprak yaprak süreyim yüzüne yüzümü,
nefesin ılıklığına,
nefesimi sarayımda uyusunlar,
gece bizim kime ne...

izi mi kalır bu gecenin sanki,
yarın doğan güneşle,
bir kalırsa tuzu kalır teninin,
tenimde birbirine benzeyen bir erimişlikte...

28.04.2008 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ

Logged

--------------------------------------------------------------------------------
Hasretin ölümün diğer adıdır...
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:17

ASIL MESELE...

Dudakların güller açmış gördüğüm
Peki açan güler gibi güldün mü
Sıtkı sıyrık can, bıçak sırtı günlerin
Acep gönül bir başka renk oldun mu...

Beni bana sormak soru değilmiş
Bendeki o seni görmekmiş gerçek...

Dolanıyor gök yüzünde bulutlar
Önce yağmur sonra kara kışı var
Mahpus gönül söz anlamaz duvarlar
Damlalar der o yarden haber aldın mı...

Beni bana sormak soru değilmiş
Bendeki o seni görmekmiş gerçek...

Beni sende unutmuşum dört mevsim
Bin mevsim ümit o, aslı ise bir isim
Ruhum onda, cansa onsuz saf cisim
Söyle gönül, onsuz kendin buldun mu...

Beni bana sormak soru değilmiş
Bendeki o seni görmekmiş gerçek...

Kırk düşümde bir gerçeğin özlemi
Tutmaktır asıl saçlarınla, ellerini
Gerçeğin zamanda bir an kadrini
Bilmeyince, bak bütün hayal kaldın mı...

Beni bana sormak soru değilmiş
Bendeki o seni görmekmiş gerçek...

Zaman geçer saçında ak hasrettir
Gücün bitmiş yürümekte zahmettir
Gir gönlüne son ümidin tükettir
Ahir o döşte aşka ümit buldun mu...

Beni bana sormak soru değilmiş
Bendeki o seni görmekmiş gerçek...

06.04.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:18

KİRPİKLERİN OKUNDA CAN KEREM İŞTE...

Yüreğimde aslım, düşümde yangın
Kirpiklerin okuyla can kerem işte
Dersim gibi yaktın, munzur söndürmez
Sev, alevden bakışlarına can verem iste...

Dört dağın altında var bir küçük şehir
Mameki aşka bel vermiş, akıyor nehir
Bil ki senden ayrılması baldaki zehir
Hasretindir suyumda, her lokma aşta...

Düzgün babanın sırrısın kırk göze suyum
Munzur huyundan mı almışsın yar huyun
Gönlüne daldım sonsuz sen, aşk derin kuyum
Gayri ahiretten çıkarım ben bu gidişte...

İlk adın dersimdir, son bende kalan
Yokluğun beni yemiş, eylemiş talan
Ölüm baş üstüne de, ya yalnız kalan
Bu ruh neden yine hep sensizlikle didişte...

Dört dağ omuzlarını yaslarken gama
Güneş bütüm ateşini abarken cama
Onu sevdim desem mi acep fakir babama
Babam ilk aşkını görür mü bu gece düşte...

Pek derindir fırat, asi, yorgundur munzur
Sularının seslerine hasret rüzgarı vurur
A kız bak her meşede hep o yiğit durur
Yaprak yaprak vurgundur o sen gülüşe...

Öter gönül kayasında, bir kınalı keklik
Susuzluğa sitemli gözlerine yangındır kekik
Karacanın boynuzunun en ucundan da dik
Şaşar dağla ak kar tanesi, bu sevda işe...

23.03.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:19

HANİ...

Ölüm işi biten gün ışığıdır
gece perdesini apansız çeker yüzüne
gülün rengine anlam olan ışık silinir
gül üstünden karanlığın eliyle
heyhat, haydi şimdi yaşadığını ispatla
güller var mıydı, yok muydu
dünyanın neresinde görmüştün
ne tuhaf değil mi, sende anımsayamadın
gönül bahçende en özge gül o idi
hadi şimdi gelde de ki
nerde o yediverenim benim...

şunca var, yok dediğin şeyler
hani neredeler gözlerim
hele ki ilk göz ağrın
hele hele ilk ağlayışın nerede
sevincin, hüzünün, afakanın nerede yüreğim
ona, seni yaşıyorum, beni kaybettim
yüreğine bak, içinde miyim yoksa dediğim dilim
suskunluğun ölümü öğrenmemiş olmak
hiç konuştun mu sahi sen
ya siz tutuşan yangın yerinin harmanlığı
avuçlarım, var mıydı elleri, nasıldı
var mıydı ince beline dolanan kolum
her adımda birlikte uçtuğun sevda evreni
nereye düştü gönlünüz
bir tanımsız boşluk değil
bir nokta vardınız yalnızca
hani o kafa kafaya sevda yoran iki nokta siz
biriniz yaşıyorsunuz, ya öbürünüz ?
hele ki ilk bakış, hani onunla ilk gözgöze olan an
şimdi gelde o ilk anı yaşayan gözleri
bir araya getir hadi
kendi gözlerin nerede senin sahi
nasıl onun gözlerinin güzelliğini ispatlayacaksın
bu korkunç karanlığın boşluğunda
bu tutulamazlık içindeyken
ölümün öncesini gelde ispatla hadi...

25.03.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:20

RÜZGARIN KEMANI...

Rüzgarın kemanının sesinde sesin,
damlaların yorgun yüzünde nefesin,
yatağının kuş tüyünde sıcaklığı bedenin,
sıcaklığın sa, sen içindesin,
uzanmış bir düşü tutar saçların,
gözlerin kim bilir ne güzeldir şimdi,
baygınlık ayılır belki,
belki de baygınlık ölüme dek uyur,
uykular hayrandır sırasını beklemeden,
gözlerinin derinlerine gömülmeye,
gece bile zamanı uçurur gözlerinin renginden olayım diye,
göz kapaklarının altında kendilerini bulmaya,
uyumak umutlara sarılır,
gündüzlerin bile hayalidir,
keşkesizliklerle sarılmış hayallerle dolu dolu,
hep gözlerinle olmaya adaydır,
ölüm kadar tutulmazlığı tutmaktan yana bir şey,
aşkı tutabilir misin
yüreğinin ellerindeyken,
bir çocuğun oyuncağına dokunmak kadar,
göz koymak kadar,
bir yüreğin olmuş bir yüreği,
olduğu yerden ayırmaya yeltenmektir,
şimdi duyguların, biliyorum,
yalnızlığımı omuzlamış giderken,
yarınların yollarından geçeceğim,
bu günlerin sensizliklerinin sokaklarının,
çıkmazlarından uzaklaşarak,
şehirlerini dümdüz edecğim,
yokluğunun olduğu bütün topraklarda
güneşin yüzünü haram edeceğim sensiz her ana,
ben ben olalı, zamanı hep sen kurdum saatlerde,
sen uyandım, sen uyandım,
sen geç kaldım ümitlere,
sen erken vardım yasaklandığım arzuların karına,
zararlarımı hep sen tarttılar kantarlar,
cirosunu sen çıkarttılar geçen her yılımın,
günden güne sensizlikle zaafiyetlere düştüm
yıldan yıla sen yaşlandım,
sen çizgileri oldun yüzümün,
sen kalkmayan karı oldun,
beklentilerimin bütün dağlarında,
şimdi saçlarımın beyazlarındasın,
seni sevdiğim,
çok sevdiğimi,
sokakta kuşlar, ağaçlar bile biliyor artık,
başımın farklılığı bu işte,
seni taşıyor olduğundandır,
iki kat yukarıda geziyor başım,
her kalabalığın içinde,
her yalnızlığımda,
bir ben yere gömüldüğüm halde,
seni hep tepede tutmaya uğraşıyorum,
hatta söz vermişim kendime,
topukların başımı yere çakana kadar sürdüreceğim,
seni seveceğim...

hayır, gözlerini kırpmak yok,
zaman tavanda bütün renkleri sıvıyorken göz bebeklerine,
vururken özlem kapılarına kalbinin elleri,
düşlerimden ektim bir tohum, al kızıl bir gönül gülü,
ırmaklar kadar çağıltılı,
şelalaler kadar kendini sevdiği toprağın bağrına adamış,
yollar kadar maksatlara açılmış,
uzun zamanların kavuşmakla iki ucunun vuslat düğümü ile,
ben seni koskocaman alemin,
şu senden başlayan noktası ile bütünleyerek sevmişim işte,
ayrıntılarını kucağında göreceksin,
ellerim ve kalemim,
dudaklarındaki her sözü sinesine çeke çeke,
bir sevda evreni gibi genişlemektedir,
sonunda senlerin çevrelediği sınırda yüreğim büzülüp,
bir büyük patlamayla,
yüreğine öyle düşecek ki,
önce sevda sorguya çekilecek iki cihanda,
gönüllerin tahtında gözler,
sevdaların çıkmazlarında önce,
aslı ve keremin küllerinden
ve leylanın göz yaşlarıyla,
mecnunun kirpiğinden düşen,
çiğden azap damlaları ile yazılacak,
yaşanamamışlıkların günahları,
ben bundan geri aşkın adını sevap koydum,
katılır mısın fikri felsefeme,
katıl, sanki bizim felsefemiz dersek,
kime ne değil mi, kime ne...

27.03.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:22

TURNALAR SON GÖÇÜNDE...

Turnalar göçerken yaz bitmiş olur
Belki ölüm kalır gelecek yaza
Gönül yurdu viran haz bitmiş olur
Veda eder bu can türküye saza...

Şirin suyu kurur yoktu ferhatın dağı
Ne gözlerin görür gayri atan şafağı
Güz olunca hep hasret ıslar toprağı
Dört mevsim zemheri olsa ne eyler öze...

Gül açar gönüllerde, aşk baştan aşar
Gönül güle dal dal kucağın açar
Kimisi yetiştiririr de, başkası biçer
Hasret kara çalı kısmetmiş bize...

Tan yerine ışık özlem düşürür
Herkes kısmetine umut aşırır
Gece bile şu bahtıma şaşırır
Yıldızım ağlar olmayınca diz dize...

Bakışların örtsün gayri naaşım
Hasretin tüketsin ekmeğim aşım
Neylim ele kalmış toprağım taşım
Can yoksa dil için ne gerek söze...

Ben zulümü yokluğunda tanıdım
Sana koştum, geldi benle her adım
Umudumu tüketti, kırdı kanadım
Hep bent oldu senden kalan her ize...

04.03.2009 Kartal
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:23

NE GEREK...

Nemrut'un alnında bir yazı
kaf dağı olmuşum hey bre
üstüme zakkum acısı
doğarken güneş
yağmurlar kan yağar başıma
ağıtlarla yıkanmış
doksanlık ninemin gözyaşlarından
ve onsekizlik gelinin elinin kınası
Dicle kardaş suyunda boğulsun
yoksulluklar, ayrılıklar
tüm kemlik
seken kekliğin ayaklarındaki kızıl
sırat köprüsünün
altından geçen
cehennem ateşinin kavrukluğudur
aşkın günahıdır
bu kavrukluk bir bizim tende
o da keremden kalmış gönül aslıma
yardan geçmemişem bre
serimde bin yar var
benden çıkarmışam yari
koymuşam gönül otağıma
filintamı ziffaf odamda koyup
kuşağıma umudumu eklemişim
nemrut'un ardına gelmişim
gün doğar
içimde yarin kalabalığıdır
gözlerinin ışığıyla parlar
yerde kum
çörnekte su
kaçakçının sırtında hudut aşar
gönül dar ağacına asılmış
tek göz odamda
yarim saçlarına asılır ümitlerim
vuslat eliyle
nemrut ne bile
ala tavşanın izinde
ki yelden hafif
her ümidimde bir hafiflik
içimden bir kanat çıkarır
kartal gücünde
geniş soluklu
şahmeran kuvvetinde
yedi başlı bir dev olur uçarız
biz
biri ben yani
birde dostum umut
kısmet dost ile beraber
noktası virgülle
asla uyuşmayan öykülerle
bütün
devamı meçhu şafaklarda
yarınlarımızın adı
hangimizi vurgun yemiş
bir usta denizcinin
nefesi eder ölüm
hangimizindir öncelik
kim bilir
hangimizin eceli çalar
alnımızdan alnımızın çatından
iki kaşın arasından
bir nokta olup
ölüm kapımıza dayanıp
azrailin eliyle
ona, ölüme kim kapısını
açmamıştır ki
dünya kurulmuş kurulalı...

ölüm kardaş
kazancımızı yediğimizi seyret
sevdiğimizle
umutsuzluğumuzu yutkunmadığımızı gör
hele yar dediğimiz cerene
bir gök mavisi vistan alalım
giyinsin
ovalara benzesin etekleri
ovaların sefasını süremedik biz
bir bakalım
nemrutun görkemi
sevdalımızın eteklerini nasıl kıskanmayacak
çiçekler açmışken ovalar
ellerini sürdüğü
kuru umut dalları
nasıl yeşerir
birde gönüllü ölümü
düşleyelim bakınca gözlerine
o cerenin
sen yarına bırak bu işi ölüm
şimdi bu dağlarda
ağıt yakan anamız yok
sarılıp
dizini dövecek yarimiz yok
cenindir ana karnında daha
yarınlarımız
umudumuz evladımızdır
henüz doğmamış
oğul diyecek tutacak dalımız
soyumuzu sürecek
mutlu yarınlarımız yok...

gün seni düşündükçe uzar
iki kat olur zaman usumda
terim genişleyen gözeneğinden
süzülür derimin dışına
geç düşer filintama karanlık
külhanbeyi narasına yumruk atar
atılan kurşunların yankısına
kartal kanadının uğultusu deriz biz
kuytularda azraille yatarız
ölüm kucağımızda
can vermek çıkınımız
içinde iki lokma
doyumunda aşk
bazlama yüreğimizdeki katık
gözlerinin zeytin ezmesidir yarin
bakışların doyurur ölümü bile
hele bir bak
yumruklanmış bir baş kuru soğan olayım
hele bir bak
kayalar ezilsin içimde
bağrımdaki kayalar
bir asit ayrılsın soğanın zarından
tül tül çekilsin tatma duyguma
saçlarını ser yoruldum
kuytularda uyuyacağım
saçlarının gölgesi yeter
yarin nefesini örtüneceğim
omuzuma koyduğun
kolunun hayaline başımı koyup
gözlerin gözlerimde tetikte
yarını sen diye alıp koynuma, uyuyacağım
kaf dağı kardaşım
ardı sana çıkar
gün doğumu
gün batımı
seninle başlıyorsa
nedir meselemiz
kahpeliği ile şu dikenli tellerin
türkülerimiz özgür
yari söz etmişsek
notanın manasına
inci gibi dizmişsek
kaçak bir ozan vardır hep dilimizde
ne mutlu bize
türkünün en eşkıyasını okuyoruz
varsın telinin tınısı
yüreğimizin mızrabıyla vurulsun
kaçak bir düşün bile içinde
sınırlar ötesinde yarimiz
kavuşmak türkümüz okunur bizim
gözleri zeytin aslı
keremi yüreğimizde yakmıştır vuslat...

sanma memet kardaş
sana ölüm yok sanma
sen kendi türkünü söyle
biz kendi türkümüzü söyleyelim
ikiside kavuşmaya dayanır
birbirini çeken mısralar ile
illede vuslat sözleri ikisininde
gel teskere gel'i
ne farkederki ben
aynı notadan
geldim kara gözlüm makamından okuyorsam
yaşamak
sevmek
ve kavuşmak
orkestrası olmuş çalıyorsa
dağların yankıları...

teskerecinin gözleri
sılada kızın hanesinin pencereleridir
uykusuzdur gece bakir odada
bırak gardaş memet yoluma gideyim
bir lokma yasak ekmek peşine
yare dönelim yarın
sende var git sılana...

sevmeyi taşısak yeter yarınlara
yüreklerimizde duygular
gardaş oldukça
kul olup
ecel kispet değişsede
ölüm hep aynı rengi giyer
ve hepimiz
aynı ölümü tadacak isek
husumete ne gerek...

10.03.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:24

ÇIKMAZLARDA...

Bu yılda yapraklar yeşillendiler
Tomurcuklar uyandılar
Gecikmez açar çiçekler
Bu baharda yine sensiz
Sonrası ateşten bir yaz
Sen içimde buzları çözülmeyen
Bir kıtasın
Zemherilerin hiç uyanmadığı
Talihimin mevsimi yok anladım
Titreyişi bile kayıp kalbimin
Hangi kardelenin içinde
Adından kar çiçekleri açar
Habersiz umutlarımın bütünü
Duygularımla özlemimin
İletişimi kopuk zamanlarda
Mevsimlerin kaç olduğu
Bana yasaklı canda
Ömür zemheri ile bitecek
Can iz bırakamayacak yarınlara
Eriyip hasret günüyle an olacak
Toprağa karışacak...

Gözlerim kan hokkası
Yazılmaz kar üstüne özlem
Bora olur silinir
Çığ düşer altında kalır bekleyiş
Yüreğimde kan tükendi
Bir kere adını tutmadı kar
Son damlasına dek yazdım
Bir of ile üfledin uzaklardan hep
Silindi başından son harfine dek...

12.03.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:25

ONALTI RÜZGARA KARDEŞ...

Adımı dağların kızı çağırlar
başımda hasretinden
rüzgarlar şaşkı eserler diye
bu küçük kentte
bütün nüfusun yüzüne
kaderim eser
bir damla göz yaşı olur düşerim
aşkından ağlayanların içine
ılıklığım zemherileriyle savaşıp
çıkmıştır bu zamana
yorgun bir savaşçıyım ben
yıllardır hasretinin ordusuna
tek başına göğüs germişim
ve saçlarıma gelincikler takarım
kelebek ömründen kısadır
bütün özlemlerim
hepsi bir bakışına can olmaz
öyle soğuk ki sensizlik
güneşi hiç tanımayan
bir kainat parçası
usumda bıraktığın yer...

papatya fallarım
hiç gerçekleşmedi
duygularımdaki sensizlik oldu sonları
en son yaprakta
köklerini eklesem
yer kabul etmez
yalancı baharların
yapay papatyalarına
döndü ümitlerim
bir yaprak hayal eklesem
bu kez de duygularımı kandıramam
korkarım bu eksikliği sürer
kaderime baktığım falların
papatya yapraklarındaki
hep bir yaprak noksanlığı
biliyorum o yaprak sensin
hayalde yerine koysam
aslımda ruhumdan
bir seni daha alır gider
papatyaların sitemine düşerim
göz yaşımın damlasından
yaprak yaprak
senden fallar açarım
gizlice savrulur içime
kendimi avutuşlarım
kalbim tutuşur yokluğundan
sonum içimdeki fallarla olur
yanarım yaprak yaprak
falların ötesinde
yinede bir nefes alışına bile düşemem...

ve senin gidişinle,
izlerinde bir ot yeşermedi
bir dal düşmedi çıtırtıyla
rüzgarlara öfkelenip
geçen bu zamana dek
ben seni özledim
yeşiller kadar
yaprak yaprak, dal dal
atmosfere soludum
sineme çektiğim hep
sensizlik, hep zehir zemberek
gidişin yolları kapatmış neylim
ne ses, ne bir türkü
olmadığın yerlerde
rüzgarlar bile yok şimdi
içimde birikiyor oldu bütün zemheriler
boralar, tayfunlar içinde
gittiğinden beri içten içe yanarım
kerem olduğumu bilmez ateşim
asıl buna yanarım
savrulur ruhum, neredesin canım, nerede...

bana dağların kızı derler
kahkülüm
sarmaşık büklümü düşer alnıma
terimle can bulur gölgesi
gölgeden bir iz kalır alnımda
bir ince çizgi
damarına gömülür alın yazımın
yokluğunu işler derime
incecik bir neşter ucuyla
kanımla yazar sensizliği
kafatasıma kaderim sığmaz
yüreğimde zaten yer yok
sensizliği kara taşa çalsam
bağrımda depremler olur
masum duygularım
enkazında ölürler...

bütün yoksullukları ayrıştırdım
en ezilmiş duygumdan
en dokunan yanı bana
açlık, susuzluk gelmedi
candaki açlık sensizlik asıl
ve asıl kan kayıbı ömrümün
yılların adı sensizlik kalmış
zorla sürükler beni
ölümün sensiz sonuna doğru
zaafiyeli duygularım
geçen zamandan bulaşmış
illeti sensizlik
ne ince illet imiş yokluğun
kesik kesik öksürür
içimde aslım
kerem külü yutmuş gibi
yanar arzularımın dudakları, ciğeri
sanki bir ölümcül hasta leyladır
illetinin adı mecnun
o da lokman hekimden uzak
umutsuz bir kara sevda
neyleyim
kimin kime yararı var
gönüllerin bağı kopmuşsa
ejderhanın gücü yetmez
kopukluğu kavuşturup ulamaya
kalbimdeki ince sızının yamanacak yanı yok
sensizlik kaldı kısacası ecelin adı...

bana dağların kızı derler
bütün mevsimlerim
iç içe gömülmüş
soğuk yemiş ateşini güneşin
sarmış zemheri son ümidimi
kefeni olmuş aramaların
ve ille dosta gideyim deyi
ağıt yakan arzularımın
kamberi kutuplarda kaybolmuş
dağlar üst üste yüklenmiş
aşılmazlık olmuş bütün ufuk
mermer sertliğindedir
seni özlemek bile
adını ansam
olur bir avuç dolusu katı yutkunuş
takılır boğazıma
yarım nefes kalırım
ciğerimin bir yanı soluksuz kalır
beni bütünleyen tarafı canın
öte yanda sen gitmişsindir zaten
can çekmeye başlar
kanımın rengi
böğürtlenin olmuşluğu
bir kara kan düşer
yüreğimdeki isyanın özüne
kalbim bana baş kaldırır
hasretini çekmek seni taşımaktan zor
ben gidiyorum artık der
yalvarırım
n'olur durma yüreğim
biraz daha sabır
belki sisin içindedir o
yeni bir nefesle düşer içimizi doldurur diye
yüreğimi daha nice kandırırım
bende şaşarım kendime
sensizlik öyle yalancı ki
her zerremi kendine benzetti
kendimi kandırmayı öğreti ettim
aklım yokluğunun kitabını
pazara çıkaracak kadar
yazdı sensizliği her sayfasına...

ve çektiğim her of
yokluğunun son solukluğunda
bir genimin düşmesidir
aynı köprünün üstünde
eceli gelir
atsam kaderimi içine
ırmağın suyunun ödü patlar
sular yanar hasretin cehennem ateşiyle
içimden çıkarmasam
yanardağlar birikti yüreğimde
dünyamızı yakar patlarsa sabrım
dağlar üst üste oturmuş
hadi sen git bari
sevdamızı kurtar
uzan bulutlar üzerine
gözlerini ger yedi katına göğün
gökleri yanmasın
başka sevenlerin
bir damla ağlatırsan beni
şafakları yarılacak kaybolduğun noktanın
gözlerim dayanamayacak
zehir ağlayacağım zehir
bir damla düşmeyim yüzüne
kirpiklerinde, yüzünde
yangınlardan ateş dünyaları olur
çiğ bile ateşten nokta olur
benim gülüm vardı hani
damlar damlar dururum
deldim dünyayı
bir başından çıktım ardından
sigarasının dumanında bile olmadım
asılamadım bir ok olup
gerilip nefesinden
ciğerinin yayından boşalamadım
ulaşamadım onun yüreğine
bir noktacık ateş olup
bana nasıl inandırsın ki yüreği
kara sevdam kavrulmuş
nasıl derdini söyler yüreğim
o hiç buralardan gitmedi diye
nerede dersem
soluğunun içine sinmiş duruyor mu der
yoksa ölümün yakana yapıştığı yer mi der
iyisi mi sen git gidip mekan tuttuğun yere
sana dağların kızı desinler
belki ölümden sonra
bana da asi bir sevda rüzgar olmak düşer
eserim onaltı rüzgara kardeş
son huzuru mahşerde yüreğine oturur yüreğim...

13.03.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:27

İNCE NİCE NİCEDİR...

Kainat bir cem evidir
Galaksiler semah döner
Geceme saçların çekilir
Yüzüme hep o mah döner...

Tan can olur yüzün doğar
Günüm yar sen olmak döner
Kainatın bir parçasıyı yar
Cana aşk şükrolmak döner...

Sırların son kapısına vardım
Birtek doksan dokuz'u sordum
Sonsuzca doksan dokuz gördüm
O birine bütün kainat sığar...

Ak bulut kara bulutla sarıştı
Ateşi soğuk yaşına karıştı
Can, toprak, su, her yakarıştı
Ki rahmetsiz topraktan ne çıkar...

Boyunun ölçüsünü bilirsin
Huyunun ölçüsü nicedir
Madem ki insanım dersin
Soyunun ölçüsü nicedir
Soyun, boyun bir gece gündüz
Ölüm iki hecedir
Karunum, yoksulum deme
Ölümde kim bile ki ahval
Kimin hali kimden nicedir...

Taş cansız, laf cansızdır
Taşırsan yurdunu bina eder
Hoş söylersen gönülünü
Hor söylersen, başına çal der...

Yol ince doğru yürü sen
Dil ince doğruyu de sen
Gül ince dalına değme sen
İncelik sırattır, ince ol
İncelik cennet olur, gel der...

16.03.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:28

GÜN GELİR...

Gün gelir,
yorgun yüreğini,
bir heyecen basar,
ağlayacak olursun,
apansız esen,
bir poyraz gibi soğuk,
bir sevgiyi anımsatır,
her hücrene,
hesaplaşrsın mazinle,
anılarında taze gülden çok,
kurumuşları vardır,
ve bir hıçkırık düğümlenir,
boğazına kalakalırsın,
yalnızlığın boyundan büyüktür,
anıların senden de dağınık,
bir daha yıkılırsın o an,
yüreğin üşür, ağlarsın...

gün gelir,
gönlündeki durulmuş,
o koca deniz,
bir damlacık anı ile,
halka halka dalgalanır,
gözlerinden taşar,
yüzünün sahillerine,
dalgalar boşuna vurur,
yüreğinin içindeki,
yalnızlığının kayalarına,
ayrılık iki kez yaşanmaz,
o an yaşayıp, anlarsın...

gün gelir,
ardında açık bir kapı,
anılar hep tükenmiş,
ve çeker gidersin,
ardına bakmaksızın,
ve bir gizli el ile,
kapı usulca kapanır,
sevdaya mahkumluk,
öte yana geliyordur seninle,
bağrına basarsın onu,
beraber ağlaşırsın,
ayrılığı ölürken de yaşarsın...

02. 05. 2007 (14:08)
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:29

AHI REVAN...

Gittim canım güle ahvalim diyem
Gözleri bulutlara baktı yürüdü
Ey ümit meramımı nasıl söyleyem
Sanada mı kaşlarını yıktı yürüdü...

Yine murad öldü bugün içimde
Ufuk amorf, ışık başka biçimde...

Gittim o hasretle bir meyhaneye
İçtim kadeh kadeh çektim sineye
Dilek tuttum kavuşmayı seneye
Bildim ki bu yıl beni ekti yürüdü...

Yine murad öldü bugün içimde
Ufuk amorf, ışık başka biçimde...

Ak kağıda sarılmış acı tütünüm
Sen oldu her nefes sanki bütünüm
Aradım izlerinde, özledim dünüm
Bu günümde bir aha aktı yürüdü...

Yine murad öldü bugün içimde
Ufuk amorf, ışık başka biçimde...

Yasladım başımı kendi omzuma
Kaderimin eli düştü boynuma
Gece oldu hasret girdi koynuma
Acısını yüreğime döktü yürüdü...

Yine murad öldü bugün içimde
Ufuk amorf, ışık başka biçimde...

Kolum güçsüz, aklım sanki doğmamış
Şafağa var çoban yıldızı ağmamış
Tan yerine senden ışık değmemiş
Özlem cana boynun büktü yürüdü...

Yine murad öldü bugün içimde
Ufuk amorf, ışık başka biçimde...

Gidemedim durdum özlem yolunda
Sensizlik gurbetmiş kaldım elinde
Bir türkü dolaşır gönül dilimde
Perde perde içimi yaktı yürüdü...

Yine murad öldü bugün içimde
Ufuk amorf, ışık başka biçimde...

18.03.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:30

AYRILIK DERDİ...

Lokman hekim sordu derdin ne diye
Dedim ki o yardan kaldı hediye
Verilmez yılana, garip kediye
Yenilmez, yutulmaz ki ayrılık derdi...

Geçen yıl zor geçti sensizlik ile
İçimde bir boşluk, gün çile çile
Toprakta boy veren kızıl gül bile
Dedi yar ağlatılmaz ki ayrılık derdi...

Mahşerin kapısıyla, sıratın yolu
Senin hayalinle olmuş dopdolu
Gayri hesap dışı bu kerem kulu
Cehennemede atılmaz ki ayrılık derdi...

Geceler mehtabı mah yüzün bildim
Yıldızın ağladı da gözyaşın sildim
Bir kainat sevdim, zerre sevildim
Hesaplara katılmaz ki ayrılık derdi...

Artık karun desen aşk fakiriyim
Al dünyayı desen sensiz biriyim
Göğün en tarifsiz kara yeriyim
Tutulmaz, ağartılmaz ki ayrılık derdi...

Suların saflığında özlemin damlar
Gönül imbiğimde her damla o yar
Ümit yağmur olsa, yağsa ne çıkar
Bir damlan tartılmaz ki ayrılık derdi...

26.01.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:31

KAN KIZILI ÖZGÜRLÜK...

Doğduk
Anamızın gözyaşıyla yıkandık
Belendik
Babamızın şehit kefen parçasıyla
Sarıldık
Kurşun sesleriyle
Korkuya bile gülerek büyüdük
Bize yaşamayı böyle öğrettiler
Biz kanımızın renginin aynı olduğunu
Anlatamadık size
Bilincimize
Yazdı dedemiz
Yazgınız başınızdan
Hep büyük olacaktır
Yaşamınızı
Ölümün ne gün tutuklayacağını
Asla bilemeyeceksiniz
Ama ölümü sorgulayın
Şikayet edin yaradana
Ölüm, ölüm olalı
Haksızlığa hiç bilenmemiş mi
Ölüm, yoksa gözlerinden yoksun mu
Özgürce hareket ettiğine göre
Biz ne diye öldürüldük
Bari tanığımız olsun...

Evet başımdan büyük yazgımla
Doğdum
Ama yaşamın anlamını
Ögürlük okudum kitabımdan
Özgürlük işledim düşünce kapıma
Her sabah, her akşam
Gün düştü
Özgürlük parıldadı, yansıdı
Ay düştü
Özgürlük gümüş kapladı
Gecenin cinayete yatkın
Korku zamanlarında her anı
Duvarların ardındayken
Dışarının canavar fikri gezen
Sokaklarında
Sam yellerinin bile
Kanıyla besleniyordu zulüm
Biz hiç uyumadan büyüdük
Ve düşlerimizi vurmasınlar bari dedik
Nöbet bekledik
Özgürlük kahpe kurşunu yemesin diye...

Evet başımız küçük
Beynimiz daha küçük bombalardan
Ama duygularımız yıklmakla
Öldürülmekle tükenmez
Bombalar yüreğimizden küçüktür
Bizim yüreğimize
Kaç ölüm sığdırdılar
Ve daha kaç ölüme boş yer var
Öldükçe çoğaldık
Özgürlüğün dalgalarında
Sonsuz bir deniz
Ve sahraların kumu kadar
Bir damla kanımızda
Binbir taneyiz hepimiz...

Yinede söyleyeceğiz
Bu bizim türkümüzdür
Bu türkü kurşun sesi değil
Bomba gürültüsü değil
Kevser ırmağının çağıltısıdır
Bu türkünün adını
Kanımızla yazdık
Özgürlük türküsü diye
Bu türkü dudaklarımızdan düşmedi
Türkü söylerken öldük
Dudaklarımızın kızıllığına bulaşmış
Toprağa düşmüş başımızdan
Süzülür, adı özgürlük kaldı
Kan değil artık...

Öldük
Ölümü bile ölüm saymadık
Özgürlüğe varmadıkça
Kendi naaşımızı
Kendi içimize gömdük
Dedik ki : ölümün yarısı bize
Yarısının yerine özgürlük gelecek
Bundandır yeri hep boş durur içimizde...


Anlatamadık ama,
Akibet anlatacağız
Kati kararımız
Ve dedik ki : kanımız hep kırmızı
Ya sizin, sizinki başka renkten midir, söyleyin bari...

Vurulduk, hep vurulduk
Ölüm bile usandı
Ecel bile kan ter içinde artık
Hangimizin döşüne yetişeceğinden şaşkın
Sildik alın terimizi
Savurduk zulumün yüzüne
Kezzap gibi
Rezil rüsva, seni dünya soytarısı, canavar
Yüzünden utanırsın
Yeryüzünde durdukça
Oh olsun sana, melanet...

Vurulmanın maksadını sormuyoruz
Sorduğum,
Kanımın
Kendi kanınızın renginden
Olduğunu inkar edişinizdir
Gözünüz kör mü
Başka renkten kan gördünüz mü söyleyin
Gün ışığında parlar
Yorgun bir Arap atının
Bir köpüklü soluğudur kanımız
Kızıl bir sis basar öldüğümüz yeri
Güneşin gözleri kamaşır
Kanımızın rengindendir
Sürdüğü ateş yüzüne
Öfkesi ateşi bundandır
Yanmanın böylesine şaşkındır güneş...

Sizi Adem babamız ile Havva anamıza
Şikayet edeceğim
Akibetimizdeki
Acı sayfaların
Dosyalarının ağırlığında ezileceksiniz
Sizleri
Yaradanın kerem mahkemesine havale ettik
Ve sizi artık
Hep en doğru tek gerçek olan Allah'ın gazabına havale ettik
Ölümünüz bile kan kussun da
Kanın renginin doğrusunu söyleyin
Kurşun karışsada kana
Rengi değişmez
Ve sizin zulümünüze ölümü tanık gösterdik
Biz yakacağız cehennem ateşinizi
Masum ve küçücük ellerimizle
Masumluğumuz divan kuracak
Sorgulanacaksınız
Ama kan her zaman hep kırmızıdır
Diyemeyeceksiniz
Karar gününde
Aklınız bile yanacak o an
Kanımızın renginde alvlerle...

Biliyor musunuz ben o an
Kara tahtaya
Ak bir tebeşirle
Anam, babam, kardaşım
Yerim, yurdum, vatanım
Vatandaşım
Her şeyimsin sen, ey özgürlük yazıyordum
Bombalarınız patlayanda
Ne korktum
Ne duygularım korktu
Yanımda özgürlüğün adı vardı
İçimde özgürce
Dışıma çıkmak için özgürce
Haykıran kanım vardı
Ve vuruldum
haykırdım, dedim ki
Yaşamak,
Eğer özgürce yaşamaksa, yaşamaktır
Ölüm özgürlüğü tutuklayamaz
Özgürlük, oyy özgürlük,
Ölümün adı koysunlar seni
Beni ölüm tutukladı
Ama düşlerim
Düşüncelerim
Son nefesim yine özgür biliyor musun ah, ölüm...

Söyleyin yahu, söyleyin
Siz ananızın karnında
Hiç tutuklu yaşamadınız mı
Yahu siz bebek, çocuk olmadınız mı söyleyin
Hepiniz, hepiniz, hepiniz
Böyle silahlı mı doğdunuz, söyleyin, hadi, hadi söyleyin...

29.01.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:32

TOPLAYAMAZSIN SEN TANELERİ...

İzlerine bassam izlerin kırgınım der
gözlerine baksam gözlerin kırgınım der

ellerini tutsam ellerin kırgınım der
ellerini bıraksam ellerim erir...

gecendeki ateşinde bir damla terim
alnından aksam dersin silerim

yazgıya gelse tenim kirpiklerine
her göz kırpışınla çizilirim, biterim...

yastığında bekleyen bir düş olsam
uykundaki dünya bir yana iter beni

rahat uyu çekik gözlüm
düş tablondan sil beni

ben istenmeyen yerdeysem
sevdam onurumun kisbetindedir

rahat uyu gece gözlüm
sessizce üstünü örter çeker giderim

uykularımın sıcaklığı sana kalsın
gecelere çizdiğim hayallerine giderim

dönüşümsüz bir yutkunuş gibi
adımı boğazına düğümlemeden

seni hiç sevmeyi öğrenemedim derim
sensizliğe müebbet olurum

bir daha bin daha o suçu işlerim
yine seni severim

ellerinin soğukluğunda
parmakların arasında

seni bu yazgının fermanı ederim
kendimi en sonunda gözlerine astırırım

bitersem işte böyle biterim
ölümden değil, yokluğunda can çekerken titrerim

kapat gözlerini şimdi
ruhumu koymaya geldim

gözlerinin ıslaklığında
cehennem acılarımı çekmeye...

kapat gözlerini
sabah olunca gözlerin sızlar

belki ben tane tane damlarım
toplayamazsın ne çok sevdiğim sen taneleri...

12.02.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:33

VARIŞ...

Engin ol ey deli gönül engin ol
Engin olsan nazlı yare varırsın
Sevdan senden daha ağır bunu bil
Bilmez isen; boş diyara varırsın...

Sultanıdır yürek bütün özünün
Canda saray olan canan sözünün
Nimeti keremi olursan aslı yüzünün
Mikabında sevda nara varırsın...

Belki kimi duygun kalır çıkmazda
Çaren bile kalır bazen açmazda
Ferhat'ı ol dağlar gibi her nazda
Naza, naz dersen kibire varırsın...

O dönsede, sen dönme hiç yüzünü
Koyma hor bir yere hiçbir sözünü
İzlerinle ikiz etmezsen her izini
Kaybedersin, hüsranlara varırsın...

Aşk ateşine saçlarını bulut bil
Bir damla aşkıyla, yağmur ol, sevil
Sevdan suyunu ki eylersen sebil
Vuslat denen o umman yere varırsın...

13.02.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

baytunca
Kıdemli Üye
Posts: 520
Joined: 29 Jun 2006, 10:40
Location: ist.

Re: KAPILAR, EŞİKLER, KÖPRÜLER VE YOLLAR...

Post by baytunca » 12 Jun 2009, 14:34

VAY BABO...

Koyuna kurt emzirtmesi yaparken
Post mezatım çoban görmüş vay babo
Koyun ağlar, keçi gözünü silerken
Lo kepenek ferman vermiş say babo...

Sürü işte seslenirem, tuzlaram
Kurt'a satar yalancıktan sızlaram
Bozkırlarda otardığım hep gizlerem
Sahip bensem, kim ne derki dey babo...

Ağa dediğini ki bil marabaların çobanı
Her baş kazanı, her el karar çorbamı
Hanginizi ki seçersem seçim kurbanı
Kısmet işte Mevla'm vermiş vay babo...

Yokluk cellatları, suçları hep açlıktır
Dağın karına ümit ekseler kılçıktır
Yol vermyem, başın sonun balçıktır
Bre ağam der hep, gaderine say babo...

Oy mu dedin, benim her günüm bir oy
Ağam bugün beni, yarın kuzumu ye doy
Saltanatın taşarsa tulumumuza koy
Daha çok baş saltanat sür hey babo...

Nazlı akanda Fırat, ağam olur deli çay
Der uyuz keçi gözeden su mu ister vay
Gavurmalıhsa ahdin, keserem, hay hay
Koca sürüde bir keçi de ney babo...

Çok kuzulum, tek göz damlım maraba
Oy-oy demeye gelmişem merhaba
Kılın, tüyün, etin, sütün boş çaba
Bah sataram topunuzu ha dey babo...

16.02.2009 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
yokluğun ölümün diğer adıdır

Post Reply