

Orhan Gencebay ve ‘Baba’dan ‘babişko’ya; Bir kalenin düşüş hikâyesi
OSMAN İRİDAĞ-H. SALİH ZENGİN
Pop kültürün sınır tanımaz ateşi, Ferdi Tayfur ve Müslüm Gürses’ten sonra elde kalan son arabesk babasını da yaktı. Şarkıları ve duruşuyla belli bir toplumsal kesimi anlatan, onların ‘fiyakalı’ acılarına tercüman olan Orhan Gencebay’ın Popstar Alaturka yarışmasında jüri üyesi olması onu ‘babalık’ makamında gören hayranlarını derinden yaraladı. Gencebay’ın ‘baba’lıkla ‘star’lık arasındaki tercihine sanal forumlarda tepki gösteren hayranları, ‘bir teselli ver’ diye seslendikleri ‘Orhan Baba’larını televole kültürüne teslim etmenin üzüntüsünü yaşıyor. Gencebay’ın hayranlarını teselli edecek olan şey sanatçının ‘hatasız kul olmaz’ dizelerinde aranabilir; hatta şöyle bir espri yapılabilir, acılar hafifletilebilir: “Baba” yaz, boşluk bırak, rüyana gelsin.
--------------------------------------------------------------------------------
Hatasız kul olmaz; buna ‘baba’lar da dahil!
Ferdi Tayfur “Emmioğlu” dedi, Müslüm Gürses “Paramparça”… Hakkı Bulut ise sevgilisini 3 yaşındaki kardeşinden kıskandığı şarkısıyla arabesk teknesini çoktan terk etmişti. Ve her üçü de magazin gündeminin ve pop kültürün dayattığı televizyon yayıncılığına bir şekilde teslim olmuştu. Bu işin babalığı tartışmasında tartışılmaz olan Orhan Gencebay’ın yaptığı “sound” farklılıklarına rağmen, televizyon yayıncılığının popüler rüzgarına kapılmamış olmasıydı. Televolelerde, magazin içerikli eğlence ve şov programlarında sık sık arz-ı endam eden biri olmamıştı. Korsan yayıncılıkla mücadele, telif hakları gibi konularda yaptığı çalışmalarla ana haber bültenlerinin konuğu oluyordu. Doğrusu bu da Baba’ya yakışıyordu. (Televole denince Ferdi Tayfur’un da hakkını teslim etmek gerek. Çünkü onun da bu konularda hassas olduğunu kaydetmek gerekiyor.) Her ne kadar Gencebay yaptığı müziğin arabesk olmadığını söylese de bugüne kadar arabeskin doğuşu hep onunla özdeşleştirildi. Köyden kente göçün müziği olduğu, varoşların isyanını dile getirdiği belirtildi. Bunların hepsi sosyolojik yorumlar. Doğruluğu yanlışlığı tartışılır. Onun yaptığı müziği gizli gizli dinleyen entelektüellerin sayısının hiç de az olmadığı bir gerçek çünkü. Sezen Aksu’nun “Kaybolan Yıllar”ına hayran birinin “Batsın Bu Dünya” fanatiği olması ya da Tarkan’ın “Şıkıdım” şarkısında kahkahalarla dans eden birinin, eşref saatlerinde Gencebay’ın nağmelerinde “teselli” araması da şaşırtıcı değil.
En kentli baba…
Tanımlamalar ne kadar subjektif olsa da gerçek olan bir şey var. Gencebay ne kadar kaçsa da arabesk onun peşini hiç bırakmadı. Tabii hayranları da… Türkiye’de çok az sanatçıya nasip olan paye ile ödüllendirildi. Popstarlık kavramının dahi bilinmediği dönemlerde hayranları ona “baba” makamını layık gördü. 70’lerde, 80’lerde ülkeyi yönetenlerin uyguladıkları ambargoya inat, yaptığı kasetler milyondan aşağı satmadı. Entelektüel kesim dışladıkça hayranları daha sıkı kenetlendi etrafında. 80’lerden sonra o yaptığı müziğin arabesk olmadığını söylemeye başlasa da hayranları “Babadır vardır bir bildiği” deyip geçti. Yine albümleri en çok satanlar listesinde zirvede yer aldı.
Arabeskin üç babası arasında (Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Orhan Gencebay. Yukarıda da dediğimiz gibi Hakkı Bulut çoktan istifa etmişti bu makamdan) en kentli olan Orhan Gencebay’dı. Bağlamadan önce mandolin ve kemanla tanışmıştı. Duruşuyla, düşünceleriyle sözleriyle sanki hayranlarıyla arasında bir mesafe vardı. Kasetleri en çok varoşlarda satsa da o kentliydi. Ferdi Tayfur ve Müslüm Gürses gibi Yeşilçam filmlerine konu olacak bir öyküsü olmamasındandı belki bu durum. Hayranları ne kadar istese de aynı kulvarda mücadele ettiği rakipleri gibi konserler vermezdi. Üstteydi ve bunun gereğini yapıyordu.
90’lı yıllarla birlikte başlayan pop müzik devrinde “baba”lık makamı da yerini starlığa bıraktı. Yeni idoller Orhan Gencebay gibi sert bakmıyor, göğsünü öne çıkarıp dik durmuyor, bilge ve sakin bir tonla konuşmuyordu. Bir kere bıyıklı değillerdi. Erkeksi öğeleri törpülenmiş, sahnede kadınlar kadar kıvrak dans etme kabiliyetine sahiptiler. Bu dönemde artık arabeskin üç babasına (mahşerin üç atlısı gibi) yer kalmamıştı. TRT döneminde yasaklı olmalarının acısını özel kanalların yayına başlamasıyla çıkarmak istediler. Televizyonlar bol şarkılı filmlerle iyi reyting yaparken, onlar da hayranlarıyla hasret giderdi. Ta ki yüzleri eskiyene ve filmlere olan ilginin azalmasına kadar. Bu süreçte o kadar çok çıktılar ki ekranlara, yasaklı olmanın getirdiği cazibeyi kaybetmeye başladılar.
90’ların sonuyla birlikte yasak olmasa da özel kanallar yavaş yavaş ‘baba’lara olan ilgisini kaybetti. Dizilerin de popüler olmasıyla onların filmleri de rafa kaldırıldı.
Hızlı tüketim beraberinde hızlı şöhreti de getirdi. Neredeyse her gün bir kişinin şöhret olduğu zamanları yaşıyorduk. Televizyon programları babaların ağırlığını kaldıracak kalitede olmaktan çok uzaktı. Onlar da vıcık vıcık magazin kokan programlara katılıp “karizmayı” çizdirmek istemedi. Ama bu durum da çok uzun sürmedi. Çünkü eskisi gibi albüm satışları milyonları bulmuyordu. Eskiden promosyon bilmeyen babalar yeni süreçte bu gerçekle tanıştı. Yeni albümünü anlatabilmek için televolelere sığındılar, şov programlarında espri yaptılar, sabah programlarında “BBG Evi” ya da “Benimle Evlenir misin?” tartışmaları arasında şarkı okudular. Star adaylarına özgü ya da şöhret olmak isteyenlerin yaptığı “reklam kokan hareketlere” bulaşmamak için direndikleri için ekranda kendilerine yer bulamadılar. Yıllarca şikayet ettikleri kader ağlarını örmüş, onlara başka yol bırakmamıştı. Rakiplerinin silahlarıyla silahlanacak ve onları kendi evlerinde vuracaklardı. Kendilerine dudak büken, üstten bakan, gizliden gizliye müziklerini dinleyen; ama kamuoyu önünde inkar edenlere kendilerini kabul ettirmenin bedelini ise ödemek zorundaydılar. Müslüm Gürses, Teoman’ın şarkılarını söyledi, hayranlarını Gülhane’de bırakıp, Harbiye Açıkhava’ya taşındı. Gülhane’de tek hareketiyle on binleri toplayan Gürses’i yeni mekanında izleyenlerin sayısı bini geçmedi… Gürses fanatikleri babalarına kırılmıştı. Onun arayışlarına anlam verememiş ama kaderlerine de razı olmuşlardı. Ferdi Tayfur eline gitar alıp Emmioğlu’nu söyleyerek ve yıllarca hislerine tercüman olduğu varoşlardaki insanlara, “Bu iş olmuyor, hadi köyümüze geri dönelim” deyip teslim bayrağını çekerek kalelerden birinin daha düştüğünü anlatmak ister gibiydi. Belki bunu açıkça söylemedi; ama bu müziği dinleyenleri hor gören, bu müziğin getirdiği kültürü yok sayan “entelektüel” kesimin ekmeğine yağ sürdü. Hayranları ise Ferdi Baba’larının, promosyon denen illetin karşısındaki çaresizliğini boyun bükerek izledi.
Hayranları jüri üyeliğine karşı
Ve Orhan Baba… Son dönemde onun da ismini magazin programlarında duymaya başladık. Önce bıyıklarını kesip kesmeme konusundaki kararsızlığı, ardından da “gıdı”sına yaptırdığı estetikle, katıldığı bir programda onun ritimleri eşliğinde Asena’nın dans etmesiyle boy gösterdi kamuoyu önünde. Televole kültürünün kaçırmadığı bu konuların üzerine Baba’nın katıldığı şov programlarını da eklemek gerek. Şimdi de hayranlarının büyük tepkisine neden olan Popstar Aluturka jüri üyeliğiyle. Bugünlerde Gencebay fanatiklerinin oluşturduğu forumlarda en çok bu konu tartışılıyor. Baba’larının nasıl olup da Armağan Çağlayan’la yan yana oturduğunu anlamaya çalışıyor hayranları. Bazıları “Babamız ne yapsa doğrudur” dese de çoğunluğu Gencebay’a bu durumu yakıştıramıyor. Gerçi o jüri üyeliğinde de kendine yakışanı yapıyor, reyting için gereksiz tartışmaların içine girmiyor, yarışmacılara moral veriyor; ama hayranları onun pek de seviyeli olmayan tartışmaların yapıldığı ortamda bulunmasını istemiyor. Kim bilir belki o da bir hayranının ifadesiyle; “Bir isteksizlik var gibi gördüm Orhan Baba’da. Duruşu sanki ne işim var benim burada der gibiydi.” etrafında yaşananlara bir anlam veremiyordu. Diğer hayranı da duygularını şöyle dile getiriyor: “Ah Baba ah. Ben Orhan Baba’nın değil o programa çıkmasına, konser vermesine, dizilerde oynamasına karşıydım. Ama popstar alaturkaya katılacağına keşke bunlardan birini yapsaydı.” Bir diğer hayranı ise “Hayatınızın hiçbir döneminde bu tür organizasyonlarda olmadınız ve biz sizi böyle sevdik, böyle baş tacı ettik. İnşallah bu yanlıştan en kısa zamanda dönersiniz.” diyor.
--------------------------------------------------------------------------------
Orhan Gencebay eleştiri üstü kimliğini parçaladı
Naim Dilmener (müzik eleştirmeni): Orhan Gencebay’ın ‘büyük’lüğü, ‘baba’lığı, müzik dünyamıza kattıkları elbette tartışılmaz. Bütün ruhunu katarak yazmış ve söylemiştir her şarkısını ve bu şarkılar da işçisinden profesörüne kadar her nsanı etkilemiştir. “Tutunacak bir dal” uzatandır Gencebay; ‘hoca’dır, ‘baba’dır, görmüş geçirmiş ‘ağabey’dir. Birkaç kuşak birden, ona ve şarkılarına bakarak kendimizi var ettik, Onun gibi, ‘fakir-fukara’ taraftarı olduk, ezilen-acı çekenin yanında saf tuttuk. Bu nedenle de Gencebay dendiğinde her zaman akan sular durmuştur. Taa şu Popstar jüri üyeliğine kadar! Nereden bakılırsa bakılsın ‘tuhaf’; üstelik riskli, belalı, yarın size nasıl döneceği belli olmayan bir ‘karar’. Hepimizi içine hapsetmiş olan ‘kamera-ekran-para’ şeytan üçgeninden kimse kendini kurtaramıyor. Hepimiz dört nala koşarak atlıyoruz bu ateşe. Ama ‘hepimiz’ başka, Gencebay başkaydı: Onun bunu yapmaması beklenirdi! Şu Popstar ve benzeri tayfanın (mesela: Orhan Pamuk dahil) herkesi böyle bir işe razı edeceğine inanırdım da, Gencebay’ı razı edebileceğine inanmazdım. Ama ettiler ve Gencebay her hafta ‘canlı’ yayında evimizde artık… 40 yıllık ‘imge’sinin bundan zarar göreceği kesin. Ekrana çıkan herkes gibi, Gencebay da ‘eleştirilebilir’ olacak; “İyi, kötü, orta, fena, fena değil, vasat…” denebilecek mesela… O ‘eleştiri-üstü’ bir kimliğe sahipti. Yılların çabası ile hak ettiği bu kimliği kendi elleriyle parçalamış oldu. “Ben yapamam, benim tarzım değil, ben bu değilim” diyemeyeceksiniz, derseniz de kimse sizi dinlemeyecek ve ‘devre dışı’ kalacaksınız. 40 yılda biriktirdiğinizi birkaç ‘show’da yemiş olacaksınız. Yazık ki ne yazık. Hiç kimsenin, “Beni böyle sev seveceksen, olduğum gibi göreceksen…” gibi bir dize yazmış birinin yerinin (alaturka malaturka da olsa) ‘popstar jüri’ üyeliği olduğunu güle oynaya kabul ettiğini sanmam. Bütün Orhan Gencebay hayranları ‘buruk’ olmalı. Buruk ve mutsuz. Her zaman bir ‘dev’ olarak hayal ettiğimiz Gencebay’ı, (ete-kemiğe bürünmüş bir biçimde) ‘bizden biri’ olarak görmeyi niçin isteyecektik ki?
***
Orhan Gencebay artık ‘baba’ olarak kalamaz
Zeki Coşkun (gazeteci-yazar): Orhan Gencebay, hayatın hakikatli olduğu bir zamanda meselenin içine doğmuş bir kişidir. Orhan Gencebay o hakikatin içine koyduğu acı, hüzün, teselli arayışı, inleyen nağmelerle bu gerçekliği hakikatle yoğuran ve başarılı ürünler ortaya koyan bir sanatçıdır. Çaresizliği dillendirmesi onu babalığa taşımıştır. 80 sonrasında dram oyun ve gösteriye dönüştü. Acıyı ifade etmek değil, eğlenmek mecburdu artık. 90’larda ise pop, arabeskle dirsek teması kurarak kendini ifade etti ve patladı. Arabesk poplaştı yani. Bu noktada Orhan Gencebay, oyunun dışında kalamazdı. Sanatçının sahnede görünmesi mecburidir bu süreçte. Kişi müziğiyle değil, kendi sırlarını ifşasıyla ve kendini göstermesiyle adını sürdürebilir. Bu oyun içinde bir iradeniz olamaz. Orhan Baba da ‘berhudar olun’ deyip çekilemez. Müslüm Gürses nasıl oyunun bir parçası olmuşsa, Orhan Baba da kendi meşrebince oyuna katılabilir. Bundan 10 yıl önce Gencebay’ın Sibel Can’a el vermek durumunda kalması da bir tür katılımdır. Çelebilik halini sürdürse de Orhan Baba, bu süreçten sonra ‘baba’ olarak kalamaz. Babaların çocuklaşması gibi bir durum söz konusudur.
Sayı: 237
Bölüm: Haberler
KAYNAK
http://turkuaz.zaman.com.tr/?bl=1&hn=5717