Gün aşanda dağların ardına,
karanlık çökerken dersimin üstüne,
ışıklar sönerken bir bir,
hanelerin pencerelerinde,
kırılmış camlar,
unuturlar nasıl kırıldıklarını,
gönlümdeki sana olan kırgınlık,
yine durur yerinde,
camlardan keskin ümitsizliğim,
doğrar içimi,
oysa odalarda artık,
belli değildir sanki yoksulluk,
karanlık yutmuştur,
gerçekleri yüzlerde,
ve gecekonduların duvarlarında,
dökük sıvalar,
ve briketlerdeki çatlaklar görülmez olur,
depremler görmüş olan,
bu dört dağ arasındaki,
küçük şehir karanlıkta kalınca,
daha da büyür sanki,
içimdeki hasretin gibi...
ay çıkanda gökyüzüne,
gümüş parlaklığıyla,
bilmez bu kentte kimin neler çektiğini,
güler yukardan,
bir munzur suyudur umursuz,
çıra çıra yanar gibi akar gider,
ay ışığında,
ahh canımdan özge sevdiğim,
sanki hasretindir çağıldayan içimde,
munzur gibi,
dersim gibi düşersin aklıma apansız,
ve sensizlik,
bir paslı çiviye döner,
katmerli, yıllanmış bir paslı çivi,
hel canımcan,
birde ela gözlerin,
yüreğimin baş belası ela gözlerin yok mu,
hayallerime çekilirler perde perde,
ağladığımı bilmez kimseler...
şafak sökerken,
bir yetim çocuk alır avuçlarına,
gözlerin anca kurtulur benden,
iner munzur kıyısına,
anası gündeliğe giderken,
çocuk bütün hıncıyla,
mintanı terden ıslanana dek,
öfke ile,
seni çakar seni,
çivi gibi içime...
bir elinde gözlerin vardır o çocuğun,
diğer elinde katıksız kuru ekmeği,
hıncında sana olan kara sevdam savrulur,
küçücük ellerinden,
özlemin serpilir hep,
bana yanar durur hep,
kendi umutsuzluklarına,
hiç aldırmadan...
oy sevda ağaçım,
gonca gülüm, sevgilim,
sen daha iyi bilirsin ya,
dersim'in sabahlarını,
ne de çok serin olur,
içimdeki hasretinse,
soğuktur,
gözlerimde hayalin,
içimde sensizlik donmuştur...
sanki çağıltısı artmıştır suyun,
o yuetim çocuk,
munzur kıyılarına inince,
alabalık avlamaya,
atarken ince elleriyle oltasını,
içimden koparıp alırken,
hasretimi takarken oltasının çaparisine,
yem yerine,
asıl yem özlemlerimdir,
sulara gömülür oltanın ucundan
soluksuz kalır, boğulurlar,
ve dersini çalışır çocuk bir yandan,
arada da çocukça şarkılar söyler,
ve de ağlar arada bir içini çekerek,
gözlerinden akan yaşlar değildir,
inci taneleridir munzur'a dökülen...
çocuk benim derdimden yaptığı,
kayıkları indirir hep suya,
hiçbirini yüzdüremez,
alabora olurlar bir bir,
bütün umutları,
ve boğulur yüzündeki masum ifade,
yetim çocuğun,
benim derdime, benden çok yanar...
ahh sevdacan ahh,
derki o yetim çocuk,
emmi, anam dediki bana,
sen üç yaşındaydın oğulcanım,
babam ölüm isminde ki,
bir gurbetliğe gitmiş,
şimdi dokzundayım,
anamın koynunda yatarım geceleri,
dönmedi yine babam,
resmini gösterir anam arada,
ince yüzlü, kapkara bıyıklı,
bir resim,
ve anam derki bana,
işte babanın resmi,
durduğu yer hep kara bahtımın derinliğidir...
ahh emmi,
dün oltama bir küçücük balık takıldı,
çırpınır durur ve benim gibi, küçücük,
ve senin dediğin gibi de,
çok güzel gözleri vardı,
kıyamadım kurtardım oltadan,
yeniden bıraktım suya,
hani emmi sen derdin ya,
bir kadının gözleri anca o kadar,
güzel olabilirler,
çok güzeldi o kadının gözleri derdin ya,
balığa bu yüzden kıyamadım,
derindir su,
büyüktür dünya, varsın o da yaşasın emmi,
hadi bari bana,
o kadının gözlerini ver,
koyayım hayal kayıklarıma,
şu munzur suyunu durdursun,
ya da dersim dağlarına yükleyelim o gözleri,
emmi, madem bunca ağır dersin o gözler,
bırakalım çökertsin dağları,
ovalara döndürsün,
ve sen de ne yana bakarsan bak,
sevdiğini görebilesin,
ben de ölüm denen gurbetliğe gitmiş,
babamı görüpte çağırsam artık,
kalmasa emmi, kalmasa artık,
dersim dört dağın içinde...
oyy canocan,
senin gözlerin nice güzeldir bilir misin ?
o güzellikleri görse bir arnavut biberi,
tadı ternebi üzümü tadına döner,
ve bir bakışını gezdirsen suyuna,
munzur akışını keser,
gözlerini atsak içine fıratın,
akıp gitmesinler diye,
hep kendine kalsın diye,
koca fırat buz olur donar...
04.10.2006 Taşkışla/Taksim
Bayram Tunca 1956, Elazığ
SEVDACANIM, SEVDİĞİM...
Moderator: Yöneticiler
SEVDACANIM, SEVDİĞİM...
yokluğun ölümün diğer adıdır